'Analiz' - ABD'nin Kuzeydoğu Suriye politikası: Stratejik yeniden yapılanmaya doğru

Dünya 10.05.2024 - 14:35, Güncelleme: 10.05.2024 - 17:22
 

'Analiz' - ABD'nin Kuzeydoğu Suriye politikası: Stratejik yeniden yapılanmaya doğru

Türkiye'yi Kuzey Suriye'nin istikrar ve refahının bir paydaşı haline getirerek, Kuzey Suriye ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek için bir plan oluşturabilir.
Fotoğraf: ABD Savunma Bakanlığı   Asopress – Uzun Okuma -  Muhammed A. Salih Muhammed A. Salih, Amerika Birleşik Devletleri Virginia, eyaletinde yaşayan Dış Politika Araştırma Enstitüsü’nün Orta Doğu Programı'nda Kıdemli Araştırmacı ve gazetecidir. Pennsylvania Üniversitesi Annenberg İletişim Okulu'ndan doktora derecesine sahiptir ve yaklaşık yirmi yıldır uluslararası haber kuruluşları, düşünce kuruluşları ve akademik dergiler için Orta Doğu meseleleri üzerine yazılar yazmıştır. Ortadoğu uzmanı akademisyen Muhammed A. Salih dünyanın önde gelen düşünce kuruluşu Foreign Policy Research Institute’nin (Dış Politika Araştırma Enstitüsü) internet sayfasında ABD’nin Kuzey  Suriye politikasına dair bir değerlendirme yazdı. Salih’in yazısını Asopress okurları için çevirdik.   “ABD'nin Suriye'deki mevcut politikası doğası gereği çelişkilidir ve terörle mücadeleye çok dar bir şekilde odaklanırken diğer kritik alanları ihmal ederek uzun vadede ters etki yapmaya mahkumdur. Geçen yıl 7 Ekim'den bu yana tırmanan bölgesel gerilim ve ABD'nin Suriye'den askerlerini çekmeyi düşündüğüne dair haberlerin ortasında, ABD yönetimi Suriye politikasını yeniden değerlendirmeli. ABD bölgesel güvenlik ve barış adına güçlü siyasi ve diplomatik çabalarla birlikte uzun vadeli, minimalist bir varlığı göz önünde bulundurmalıdır. Orta Doğu'da süregelen gerilimler, ABD'nin bölgesel istikrardaki rolünün ve tehditlere karşı koymada ABD müttefiklerinin öneminin altını çizmektedir. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilen Suriye'nin kuzeydoğu bölgesi, IŞİD'in yeniden canlanmasını önleyerek ve İran'ın bölgesel hakimiyet heveslerine meydan okuyarak bölgesel güvenlik açısından çok önemli bir rol oynamaktadır. Ancak ABD'nin bu meseleyi ele alırken gösterdiği stratejik dağınıklık, dar kapsamlı terörle mücadele çabalarının ötesine geçerek Kuzey Suriye'nin ve SDG'nin daha geniş stratejik değerini kabul eden yeni bir yaklaşım gerektiriyor. Bu da IŞİD'i uzak tutma hedefinin temel bileşeni olarak SDG kontrolündeki bölgeyi güçlendirmek için ABD stratejisinin çeşitli düzeylerde kapsamlı bir şekilde yeniden yapılandırılmasını gerektiriyor. Çok yönlü bir stratejide dört temel alana aynı anda dikkat edilmesi gerekiyor: IŞİD'le mücadele, yerel yönetimin güçlendirilmesi, Kuzey Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yönetilmesi ve Şam'la ilişki kurulması. Yeni bir ABD stratejisi bölgenin siyasi ve ekonomik yönetimini geliştirmeye odaklanırken, Türkiye ile SDG arasındaki düşmanlıkları azaltmaya ve ticaret ve iş bağlarını teşvik ederek ikisi arasında karşılıklı fayda sağlayan bir ilişki geliştirmeye çalışmalıdır. Ayrıca strateji, Suriye'de daha geniş bir istikrara zemin hazırlamak ve ABD'nin bölgedeki nüfuzunun devamını sağlamak için Esad rejimi ile SDG arasında siyasi bir anlaşmayı savunmalıdır.   Terörle Mücadele Odağının Kökenleri ve Sınırlılıkları ABD ile Suriyeli Kürtler arasındaki ortaklık, ABD'nin Türkiye ve Körfez Arap ülkeleri tarafından desteklenen diğer Suriyeli muhalif gruplarla başarısızlıkla sonuçlanan angajmanının ardından IŞİD'le mücadeleye yönelik ortak bir kararlılıktan doğdu. 2014'ün sonlarındaki Kobani Savaşı, ABD ile Kürt Halk Koruma Güçleri arasında etkili bir işbirliğinin başlangıcı oldu. Bu ittifak, Halk Savunma Güçleri'ni bazı Arap muhalif gruplar ve aşiret güçleriyle birleştirerek SDG'ye dönüştü ve 2019'da IŞİD'in toprak kaybıyla sonuçlandı. Ancak Türkiye ve Suriyeli müttefiklerinin 2018 ve 2019'da Suriye'nin kuzeydoğusunda, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde kilit toprakları ele geçirmesiyle ortaya çıkan gerilim, SDG'nin kaynaklarını ve dikkatini bu tehdide karşı koymaya yöneltmesine neden oldu. IŞİD'in bölgesel halifeliğini kaybetmesine rağmen, örgüt Suriye'de ve ötesinde aktif olmaya devam etmektedir. ABD Merkez Komutanlığı ve Birleşmiş Milletler tarafından yapılan resmi tahminlere göre 2023 sonu ve 2024 başı itibariyle IŞİD'in savaşçı sayısı 2.500 ila 7.000 arasındadır. Aşırıcılıkla Mücadele Projesi'ne göre Mart 2024, seksen dört Suriyeli asker ve kırk dört sivilin öldürüldüğü, IŞİD'in Suriye çölündeki isyanının 2017 sonundan bu yana en ölümcül ayı oldu. IŞİD'in faaliyetlerindeki artış, ABD'nin Suriye'den çekilebileceğine dair haberler (Biden yönetimi tarafından yalanlandı) ve Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde devam eden saldırıları ile aynı döneme denk gelmekte ve örgütün bu gelişmelerden cesaret alıp almadığı sorusunu gündeme getirmektedir. SDG kontrolündeki bölgelerde yaklaşık 10.000 IŞİD mahkûmunun bulunması ve kamplarda 45.000'den fazla IŞİD’li aile üyesinin bulunması, istikrarın bozulması halinde örgütün yeniden canlanma riskini artırmaktadır. Bu durum, IŞİD'in yeniden güç kazanmasını ve küresel güvenlik riskleri oluşturmasını önlemek için ABD'nin Suriye'nin kuzeydoğusundaki angajmanının sürdürülmesine duyulan acil ihtiyacı vurgulamaktadır. Ancak bunu başarmak için ABD'nin IŞİD odaklı politikasını daha geniş bir yerel-bölgesel stratejiyle tamamlaması ve böylece Suriye'de ve daha geniş bir bölgede terörle mücadele çabalarının başarılı olmasını sağlaması gerekmektedir. IŞİD'in yeniden canlanmasına karşı ABD'nin varlığını sürdürmesi zorunludur ve bu da karmaşık güvenlik dinamiklerini ele almak için kapsamlı bir yaklaşım gerektirmektedir.   Türkiye'yi Bir "Dost "a Dönüştürmek Türkiye, Kuzey Suriye için birincil tehdidi oluşturmaktadır. Başta Türkiye'nin artan saldırıları nedeniyle kötüleşen ekonomik koşullar, IŞİD'in yenilgiye uğratılmasının ardından kurulan kırılgan düzeni altüst etme tehdidi taşıyor. Türkiye son zamanlarda Suriye'nin kuzeyindeki hayati sivil altyapıya yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırarak elektrik santrallerini, benzin istasyonlarını ve yerel işletmeleri hedef aldı ve bölgeyi yönetilemez ve yaşanamaz hale getirdi. Böyle bir gerçeklikten kaynaklanan yoksulluk ve acımasızlık, terörizm için ideal maddi koşulları sağlamaktadır. Bu durum Türkiye'yi Suriye'nin kuzeyinde istikrarın anahtarını elinde tutan güçlü bir konuma getirmektedir. Mevcut düşmanlıklara rağmen, Türkiye ile Kuzey Suriye'de iktidardaki Kürt partisi Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasındaki dinamikler her zaman düşmanca olmamıştır. PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerin kontrolünü ele geçirdiği 2012'yi takip eden ilk yıllarda, Türk ve PYD yetkilileri arasında zaman zaman toplantılar yapıldı. Ankara ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında 2013-2015 döneminde devam eden "barış süreci" sırasında Türk yetkililer temkinli de olsa PYD ile temas kurdu. Bunun nedeni büyük olasılıkla Türkiye'nin  -iddiaların doğruluğuna veya PYD-PKK ilişkisinin boyutuna bakılmaksızın- PYD'yi PKK'nın bir uzantısı olarak görmesiydi Bu dönemde Türkiye, komşu Irak'taki müttefiki Kürdistan Demokrat Partisi'nin Suriye'nin kuzeyinde ortaya çıkan Kürt yönetimini çeşitlendirme çabalarına açıkça karşı çıkmadı. Bu çabalar, PYD'nin rakiplerinden oluşan Kürt Demokratik Partisi yanlısı bir koalisyon olan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (KUK) arasında kapsamlı müzakereleri içerdi ve ortak bir yönetim kurmayı amaçlayan iki başarısız anlaşmayla sonuçlandı. 2021'e kadar devam eden görüşmelerin başarısızlığı, PYD'nin önemli bir güç paylaşımına girme konusundaki isteksizliğinden ve daha sonraki yıllarda Türkiye'nin bu tür görüşmeleri durdurması için KUK'a baskı yapmasından kaynaklandı. Kuzey Suriye'de ilerleme kaydedebilmek için Türkiye ile SDG/Kuzey Suriye yönetimi arasında anlayış geliştirmek, oldukça zor olsa da, elzemdir. Son bölgesel gelişmeler bu çaba için bir pencere sunuyor. SDG, Türkiye ile uzlaşma olmadan bölgedeki bekasının tehlikeye gireceğinin farkında. Erdoğan'ın SDG'ye yönelik son askeri açıklamalarına rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından Türk siyasetindeki zayıflayan konumu, yeni müttefiklere duyulan ihtiyaç nedeniyle Kürt politikasını gözden geçirmesine neden olabilir. Erdoğan ya seküler aşırı milliyetçi ya da İslamcı Türk gruplarla ortaklık kurmayı tercih edebilir ya da Kürt yanlısı ana DEM Partisi ile bir tür anlaşmaya varabilir. İkincisini başarmak kuşkusuz daha zor ama imkansız değil.  Kürt seçmenler sadece Türkiye'nin Kürt bölgesinde değil, aynı zamanda Kürtlerin önemli oy blokları oluşturduğu İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde de önemli bir nüfuza sahip. Türkiye içinde yeniden canlandırılmış bir barış süreci, gerçekleştirilmesi zor bir görev olsa da, ideal olarak Türk hükümeti ile SDG/ Suriye yönetimi arasında bir uzlaşmayı teşvik edecektir. ABD, Türk hükümeti, Kürt yanlısı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve nihayetinde hapisteki lideri Abdullah Öcalan da dahil olmak üzere PKK arasında diyaloğu teşvik ederek bunu kolaylaştırabilir. 2010'ların başındaki Türk barış sürecinden elde edilen kanıtlar, devam eden zorluklara rağmen, barış müzakereleri sırasında olumlu siyasi jestlerin ve diyaloğun Türkiye'nin Kuzey Suriye'ye yönelik düşmanlığını hafifletebileceğini göstermektedir. Kuzey Suriye'nin petrol ve doğalgaz zenginliği sadece ekonomik iyileşmeyi hızlandırmakla kalmaz, aynı zamanda Türkiye ve SDG/Kuzey Suriye yönetimi için de davranış değişikliğini teşvik edebilir. Türkiye'nin yakınlığı ve teknolojik gücü, Kuzey Suriye'nin acil yabancı yatırım ihtiyacı ile birleştiğinde Türk ve Suriyeli Kürtler arasındaki ilişkilerin gelişmesini sağlayabilir. ABD hükümetinin Mayıs 2022'de Kuzey Suriye için çıkardığı Sezar Yasası yaptırımlarından muafiyetler bu amaçla kullanılabilir. SDG Komutanı General Mazlum Abdi o dönemde bu hamleden duyduğu memnuniyeti dile getirmiş ve tüm şirketleri bölgeye yatırım yapmaya davet ederek altyapının yeniden inşası ve ekonominin desteklenmesindeki potansiyel etkisini vurgulamıştı. Türkiye'yi Kuzey Suriye'nin istikrar ve refahının bir paydaşı haline getirerek, Kuzey Suriye ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek için bir plan oluşturabilir. Yeni Suriye'nin iç siyasi koşulları da önemlidir. Türkiye'nin daha ılımlı bir tutum sergilemesini teşvik etmek için SDG, KUK ve Arap Suriye'nin Yarını Hareketi (Tayar al-Ghad al-Suri) gibi Türkiye tarafından kabul edilebilir önemli aktörlerle de iktidarı paylaşmalıdır. ABD, kapsayıcı ve şeffaf seçimlerin yapılmasını ve bölge anayasasının farklı istekleri yansıtacak şekilde yeniden yazılmasını savunmalıdır. KUK ve Yarın Hareketi'nin silahlı gruplarının yerel güvenlik güçlerine entegre edilmesi Türkiye'yi yatıştırmak için önemli bir adım olsa da barış ve IŞİD gibi tehditlere karşı savunmada kalıcı yapısal engelleri önlemek için bölgenin güvenlik ve savunma güçlerini paralel oluşumlara bölmekten kaçınmak çok önemlidir. Ancak PYD-SDG ile Ankara arasındaki ilişkinin bozulmasına yol açan nihai gelişme, 2015 yılında Türkiye-PKK barış sürecinin çökmesi oldu. Bunun ardından Türkiye, PKK'ya ve PYD-SDG de dahil olmak üzere PKK'ya bağlı olarak algıladığı gruplara karşı düşmanca bir tutum benimsedi. Bu değişim, PYD-SDG'nin ABD desteği altında Suriye topraklarının neredeyse üçte birini kapsayacak şekilde, ağırlıklı olarak Fırat Nehri'nin doğusunda, eşi benzeri görülmemiş bir toprak genişlemesiyle aynı zamana denk geldi. Ankara buna 2016'daki Fırat Kalkanı Harekatı ve 2018 ve 2019'daki müteakip askeri operasyonlarla karşılık verdi ve büyük ölçüde Kürt ve gayrimüslim nüfusları kuzey Suriye'nin önemli bir bölümünden uzaklaştırdı. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Türkiye, Suriye'nin kuzeyindeki sivil altyapıya yönelik hava harekatlarını ve topçu atışlarını yoğunlaştırarak bölgeyi yönetilemez ve muhtemelen yaşanamaz hale getirmeyi amaçladı. Bu saldırılar Suriye'nin kuzeydoğusunu önemli ölçüde istikrarsızlaştırdı ve yeniden ortaya çıkmak için fırsat kollayan IŞİD gibi gruplara açık, oldukça istikrarsız bir ortam yarattı.   Esad ve Müttefikleri: Siyasi Anlaşma İçin Bir Fırsat mı? SDG kontrolündeki bölgelerde tırmanan istikrarsızlık Devlet Başkanı Beşar Esad rejimi ile İran ve Esad yanlısı çeşitli milisler için bir fırsat sunuyor. Suriye rejimi ve müttefikleri SDG ile yerel Arap aşiretleri arasındaki bölünmelerden faydalanıyor. ABD'nin çekilme ihtimali bu grupları SDG'nin güney ve güneybatı bölgelerini zayıflatmak için cesaretlendirdi ve gerilimi tırmandırdı. Esad, İran ve Rusya'nın desteğiyle on iki yıldır devam eden iç savaşta büyük ölçüde galip geldi. Suriye'deki çatışmanın çözümü, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararında belirtildiği üzere Esad'ın katılımını gerektirmektedir. ABD hükümeti de Suriye ihtilafının çözümünde nihai yol haritası olarak bu kararın uygulanmasını desteklemektedir. Washington, SDG ile Esad hükümeti arasında, BM arabuluculuğundaki sürecin bir parçası olarak (her ne kadar şu anda etkin görünmese de) ya da başka yollarla siyasi angajman için baskı yapmalıdır. Esad rejiminin devamlılığına yönelik önemli bir tehdit olmadığı için ABD, Şam ile özerklik ve adem-i merkeziyetçilik müzakerelerinde Yeni Suriye yönetimini desteklemelidir. Müzakerelerin desteklenmemesi ABD'nin Suriye politikası açısından ters etki yaratacak ve ABD'nin Kuzey Suriye'deki müttefiklerine ve bölgenin geleceğine karşı kayıtsız kalındığını gösterecektir. ABD hükümetinin yaklaşımında bir kayma olduğuna dair işaretler var; SDG ile Esad arasında, öncelikle uzun vadede IŞİD'e karşı koymak için siyasi bir anlaşmaya aracılık etmeyi düşündüğünü gösteren raporlar var. Esad geçtiğimiz yıllarda ABD ile gizli görüşmeler yaptığını iddia etmişti. Şam ve SDG arasında siyasi bir anlaşma söz konusu olduğunda, en büyük zorluk Esad hükümetinin ABD'nin çekileceği ve Şam'ın SDG bölgelerini ele geçirebileceği inancı nedeniyle böyle bir anlaşmaya sıcak bakmamasıdır. Bu nedenle Esad, Rusya'nın ara sıra yaptığı baskılara ve SDG'nin tekrarlanan çabalarına rağmen SDG ile ciddi bir diyaloğa girme konusunda isteksiz davranıyor. Ancak ABD'nin Suriye'deki politikasının stratejik revizyonunun bir parçası olarak burada kullanabileceği önemli bir kozu var. Diyalog ve Esad'ın Kürtlerin liderliğindeki özerk yönetimi tanıdığı siyasi bir çözüm karşılığında ABD, Esad hükümetine yönelik kalibreli ve kademeli bir yaptırım hafifletme stratejisi uygulamalıdır. Bu aynı zamanda Esad'ın Tahran'a olan bağımlılığını da nispeten azaltabilir. Bir ademi merkeziyetçilik anlaşması, Yeni Suriye yönetiminin idari ve güvenlik kontrolünü elinde tutmasını sağlarken, bazı Suriye Ordusu güçlerinin SDG ve Türk güçleri arasında konuşlandığı mevcut düzenlemelere benzer şekilde, Esad'ın birliklerinin belirli sınır bölgelerinde sınırlı konuşlanmasına izin verebilir. Ayrıca, iki taraf arasında genişletilmiş ticaretin yanı sıra, muhtemelen ortak bir şekilde petrol ve gaz çıkarılması ve satılmasına ilişkin düzenlemeler müzakere edilebilir ve böyle bir anlaşmaya dahil edilebilir. Washington asker varlığı, yaptırım politikası (Sezar Yasası) ve SDG ile olan güçlü bağları sayesinde önemli bir baskı gücüne sahip. SDG ve Esad arasında varılacak bir anlaşma, Suriye'nin kuzeydoğusunda istikrarı artırma ve bu süreçte IŞİD'le mücadele çabalarını destekleme potansiyeline sahip.   Suriye'de ABD Stratejisinin Revizyonunun Önemi ve Faydaları ABD'nin Suriye politikası, terörle etkin bir şekilde mücadele etmek, bölgesel istikrarı sağlamak ve Amerikan ve Batı çıkarlarını korumak için çabalarını Kuzey Suriye'nin sosyo-politik, ekonomik ve bölgesel diplomatik dinamikleriyle bütünleştiren kapsamlı bir yeniden ayarlama gerektirmektedir. Bu hedeflere ulaşmak için ABD, bir yandan SDG ile Türkiye ve Şam gibi komşu güçler arasında işlevsel asgari ilişkileri sürdürürken diğer yandan da Kuzey Suriye nüfusunun yönetişimine, ekonomik kalkınmasına ve güvenliğine öncelik vermelidir. Bu stratejinin kilit bir yönü, Kuzey Suriye'nin yerel gerçeklerini kabul etmeyi ve ele almayı içermektedir. ABD, bölgenin dinamiklerinden kopuk, salt terörle mücadele odaklı bir yaklaşım izlemek yerine güvenlik, yönetişim, ekonomik kalkınma ve komşularla diplomatik ilişkilerin birbiriyle bağlantılı olduğunu kabul etmelidir. ABD, Kuzey Suriye'nin yönetilebilirliğini ve yaşayabilirliğini destekleyerek IŞİD ve diğer aşırılık yanlısı grupların yeniden canlanmasını önleyebilir. Bu yaklaşım Irak ve Afganistan'daki ulus inşası çabalarını hatırlatsa da, Kuzey Suriye halihazırda askeri ve siyasi yapıların kurulmasında önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Washington, bu mevcut temellerden yararlanarak diplomatik nüfuzunu yönetişimin güçlendirilmesi ve ne kadar mütevazı olursa olsun bir tür bölgesel işbirliğinin teşvik edilmesi için kullanabilir. Bunun için geniş çaplı bir askeri müdahale değil, sahadaki mevcut 900 askerle birlikte yerel yönetişim yapılarını desteklemeyi ve istikrarı teşvik etmeyi amaçlayan stratejik bir angajman gerekir. Bu şekilde yeniden yapılandırılmış bir politika, Suriye'nin ötesinde daha geniş bölgesel ve küresel rekabet ve mücadeleler açısından da önem taşımaktadır. Çok kutuplu bir dünya düzeninin ortaya çıkmasıyla hızla değişen küresel ortamda, ABD'nin Orta Doğu'daki müdahalesinin azalması İran, Rusya ve diğerleri gibi bölgesel aktörleri cesaretlendirme riski taşıyor. Özellikle İran, ABD'nin çekilmesiyle ortaya çıkan fırsatlardan yararlanarak bölgede hegemonik bir güç olarak kendini göstermeye çalışıyor. Orta Doğu'nun enerji kaynakları ve süper stratejik geçiş yolları (Hürmüz ve Bab al-Mandab boğazları ve Süveyş Kanalı) nedeniyle sahip olduğu stratejik önem göz önüne alındığında, ABD'nin çekilmesinin yaratacağı bir boşluk bölgesel istikrar açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurabilir. Suriye stratejisinin daha geniş (trans)bölgesel önemi bu şekilde görülmelidir. Kuzey Suriye'de iyi organize olmuş, kendilerini savunmaya istekli ve yetenekli bir nüfusa (hem Kürtler hem de Araplar) sahip işlevsel bir yönetim yapısı, ABD'nin bölgenin önemli bir bölümündeki hedeflerine minimum askeri ayak iziyle ve potansiyel olarak ekonomik yardıma ihtiyaç duymadan ulaşmasını sağlar. Bu yaklaşım sadece IŞİD'in yeniden dirilmesini önlemeye yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda bölgesel güvenliğe yönelik önemli tehditleri de azaltır. Buna karşılık, iyi düşünülmüş bir strateji olmadan Suriye'de kalmak ya da daha da kötüsü tamamen çekilmek, kaotik bir güç boşluğunun ortaya çıkması ve bir tarafta Türkiye ve isyancı müttefikleri, diğer tarafta Suriye-İran-Rusya ekseni ve milisleri arasında yoğun bir bölgesel rekabetin yaşanması gibi vahim sonuçlara yol açabilir. Tıpkı İslam Devleti Horasan Vilayeti'nin ABD'nin Afganistan'dan çekilmesini ve Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden faydalanarak IŞİD'in en aktif küresel kanadı haline gelmesi gibi, IŞİD de Suriye ve çevresindeki bölgede yeniden toparlanmak ve daha geniş bölgesel ve küresel erişimle yeniden canlandırılmış bir yerel isyan başlatmak için muhtemelen nefes alma alanı ve boşluğu bulacaktır.”   Asopress Dış Haberler -fpri
Türkiye'yi Kuzey Suriye'nin istikrar ve refahının bir paydaşı haline getirerek, Kuzey Suriye ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek için bir plan oluşturabilir.

Fotoğraf: ABD Savunma Bakanlığı

 

Asopress – Uzun Okuma -  Muhammed A. Salih

Muhammed A. Salih, Amerika Birleşik Devletleri Virginia, eyaletinde yaşayan Dış Politika Araştırma Enstitüsü’nün Orta Doğu Programı'nda Kıdemli Araştırmacı ve gazetecidir. Pennsylvania Üniversitesi Annenberg İletişim Okulu'ndan doktora derecesine sahiptir ve yaklaşık yirmi yıldır uluslararası haber kuruluşları, düşünce kuruluşları ve akademik dergiler için Orta Doğu meseleleri üzerine yazılar yazmıştır.

Ortadoğu uzmanı akademisyen Muhammed A. Salih dünyanın önde gelen düşünce kuruluşu Foreign Policy Research Institute’nin (Dış Politika Araştırma Enstitüsü) internet sayfasında ABD’nin Kuzey  Suriye politikasına dair bir değerlendirme yazdı.

Salih’in yazısını Asopress okurları için çevirdik.

 

“ABD'nin Suriye'deki mevcut politikası doğası gereği çelişkilidir ve terörle mücadeleye çok dar bir şekilde odaklanırken diğer kritik alanları ihmal ederek uzun vadede ters etki yapmaya mahkumdur.

Geçen yıl 7 Ekim'den bu yana tırmanan bölgesel gerilim ve ABD'nin Suriye'den askerlerini çekmeyi düşündüğüne dair haberlerin ortasında, ABD yönetimi Suriye politikasını yeniden değerlendirmeli. ABD bölgesel güvenlik ve barış adına güçlü siyasi ve diplomatik çabalarla birlikte uzun vadeli, minimalist bir varlığı göz önünde bulundurmalıdır.

Orta Doğu'da süregelen gerilimler, ABD'nin bölgesel istikrardaki rolünün ve tehditlere karşı koymada ABD müttefiklerinin öneminin altını çizmektedir. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilen Suriye'nin kuzeydoğu bölgesi, IŞİD'in yeniden canlanmasını önleyerek ve İran'ın bölgesel hakimiyet heveslerine meydan okuyarak bölgesel güvenlik açısından çok önemli bir rol oynamaktadır.

Ancak ABD'nin bu meseleyi ele alırken gösterdiği stratejik dağınıklık, dar kapsamlı terörle mücadele çabalarının ötesine geçerek Kuzey Suriye'nin ve SDG'nin daha geniş stratejik değerini kabul eden yeni bir yaklaşım gerektiriyor. Bu da IŞİD'i uzak tutma hedefinin temel bileşeni olarak SDG kontrolündeki bölgeyi güçlendirmek için ABD stratejisinin çeşitli düzeylerde kapsamlı bir şekilde yeniden yapılandırılmasını gerektiriyor.

Çok yönlü bir stratejide dört temel alana aynı anda dikkat edilmesi gerekiyor: IŞİD'le mücadele, yerel yönetimin güçlendirilmesi, Kuzey Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yönetilmesi ve Şam'la ilişki kurulması. Yeni bir ABD stratejisi bölgenin siyasi ve ekonomik yönetimini geliştirmeye odaklanırken, Türkiye ile SDG arasındaki düşmanlıkları azaltmaya ve ticaret ve iş bağlarını teşvik ederek ikisi arasında karşılıklı fayda sağlayan bir ilişki geliştirmeye çalışmalıdır. Ayrıca strateji, Suriye'de daha geniş bir istikrara zemin hazırlamak ve ABD'nin bölgedeki nüfuzunun devamını sağlamak için Esad rejimi ile SDG arasında siyasi bir anlaşmayı savunmalıdır.

 

Terörle Mücadele Odağının Kökenleri ve Sınırlılıkları

ABD ile Suriyeli Kürtler arasındaki ortaklık, ABD'nin Türkiye ve Körfez Arap ülkeleri tarafından desteklenen diğer Suriyeli muhalif gruplarla başarısızlıkla sonuçlanan angajmanının ardından IŞİD'le mücadeleye yönelik ortak bir kararlılıktan doğdu. 2014'ün sonlarındaki Kobani Savaşı, ABD ile Kürt Halk Koruma Güçleri arasında etkili bir işbirliğinin başlangıcı oldu. Bu ittifak, Halk Savunma Güçleri'ni bazı Arap muhalif gruplar ve aşiret güçleriyle birleştirerek SDG'ye dönüştü ve 2019'da IŞİD'in toprak kaybıyla sonuçlandı. Ancak Türkiye ve Suriyeli müttefiklerinin 2018 ve 2019'da Suriye'nin kuzeydoğusunda, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde kilit toprakları ele geçirmesiyle ortaya çıkan gerilim, SDG'nin kaynaklarını ve dikkatini bu tehdide karşı koymaya yöneltmesine neden oldu.

IŞİD'in bölgesel halifeliğini kaybetmesine rağmen, örgüt Suriye'de ve ötesinde aktif olmaya devam etmektedir. ABD Merkez Komutanlığı ve Birleşmiş Milletler tarafından yapılan resmi tahminlere göre 2023 sonu ve 2024 başı itibariyle IŞİD'in savaşçı sayısı 2.500 ila 7.000 arasındadır. Aşırıcılıkla Mücadele Projesi'ne göre Mart 2024, seksen dört Suriyeli asker ve kırk dört sivilin öldürüldüğü, IŞİD'in Suriye çölündeki isyanının 2017 sonundan bu yana en ölümcül ayı oldu. IŞİD'in faaliyetlerindeki artış, ABD'nin Suriye'den çekilebileceğine dair haberler (Biden yönetimi tarafından yalanlandı) ve Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde devam eden saldırıları ile aynı döneme denk gelmekte ve örgütün bu gelişmelerden cesaret alıp almadığı sorusunu gündeme getirmektedir.

SDG kontrolündeki bölgelerde yaklaşık 10.000 IŞİD mahkûmunun bulunması ve kamplarda 45.000'den fazla IŞİD’li aile üyesinin bulunması, istikrarın bozulması halinde örgütün yeniden canlanma riskini artırmaktadır. Bu durum, IŞİD'in yeniden güç kazanmasını ve küresel güvenlik riskleri oluşturmasını önlemek için ABD'nin Suriye'nin kuzeydoğusundaki angajmanının sürdürülmesine duyulan acil ihtiyacı vurgulamaktadır.

Ancak bunu başarmak için ABD'nin IŞİD odaklı politikasını daha geniş bir yerel-bölgesel stratejiyle tamamlaması ve böylece Suriye'de ve daha geniş bir bölgede terörle mücadele çabalarının başarılı olmasını sağlaması gerekmektedir. IŞİD'in yeniden canlanmasına karşı ABD'nin varlığını sürdürmesi zorunludur ve bu da karmaşık güvenlik dinamiklerini ele almak için kapsamlı bir yaklaşım gerektirmektedir.

 

Türkiye'yi Bir "Dost "a Dönüştürmek

Türkiye, Kuzey Suriye için birincil tehdidi oluşturmaktadır. Başta Türkiye'nin artan saldırıları nedeniyle kötüleşen ekonomik koşullar, IŞİD'in yenilgiye uğratılmasının ardından kurulan kırılgan düzeni altüst etme tehdidi taşıyor. Türkiye son zamanlarda Suriye'nin kuzeyindeki hayati sivil altyapıya yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırarak elektrik santrallerini, benzin istasyonlarını ve yerel işletmeleri hedef aldı ve bölgeyi yönetilemez ve yaşanamaz hale getirdi. Böyle bir gerçeklikten kaynaklanan yoksulluk ve acımasızlık, terörizm için ideal maddi koşulları sağlamaktadır. Bu durum Türkiye'yi Suriye'nin kuzeyinde istikrarın anahtarını elinde tutan güçlü bir konuma getirmektedir.

Mevcut düşmanlıklara rağmen, Türkiye ile Kuzey Suriye'de iktidardaki Kürt partisi Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasındaki dinamikler her zaman düşmanca olmamıştır. PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerin kontrolünü ele geçirdiği 2012'yi takip eden ilk yıllarda, Türk ve PYD yetkilileri arasında zaman zaman toplantılar yapıldı. Ankara ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında 2013-2015 döneminde devam eden "barış süreci" sırasında Türk yetkililer temkinli de olsa PYD ile temas kurdu. Bunun nedeni büyük olasılıkla Türkiye'nin  -iddiaların doğruluğuna veya PYD-PKK ilişkisinin boyutuna bakılmaksızın- PYD'yi PKK'nın bir uzantısı olarak görmesiydi

Bu dönemde Türkiye, komşu Irak'taki müttefiki Kürdistan Demokrat Partisi'nin Suriye'nin kuzeyinde ortaya çıkan Kürt yönetimini çeşitlendirme çabalarına açıkça karşı çıkmadı. Bu çabalar, PYD'nin rakiplerinden oluşan Kürt Demokratik Partisi yanlısı bir koalisyon olan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (KUK) arasında kapsamlı müzakereleri içerdi ve ortak bir yönetim kurmayı amaçlayan iki başarısız anlaşmayla sonuçlandı. 2021'e kadar devam eden görüşmelerin başarısızlığı, PYD'nin önemli bir güç paylaşımına girme konusundaki isteksizliğinden ve daha sonraki yıllarda Türkiye'nin bu tür görüşmeleri durdurması için KUK'a baskı yapmasından kaynaklandı.

Kuzey Suriye'de ilerleme kaydedebilmek için Türkiye ile SDG/ Kuzey Suriye yönetimi arasında anlayış geliştirmek, oldukça zor olsa da, elzemdir. Son bölgesel gelişmeler bu çaba için bir pencere sunuyor. SDG, Türkiye ile uzlaşma olmadan bölgedeki bekasının tehlikeye gireceğinin farkında.

Erdoğan'ın SDG'ye yönelik son askeri açıklamalarına rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından Türk siyasetindeki zayıflayan konumu, yeni müttefiklere duyulan ihtiyaç nedeniyle Kürt politikasını gözden geçirmesine neden olabilir. Erdoğan ya seküler aşırı milliyetçi ya da İslamcı Türk gruplarla ortaklık kurmayı tercih edebilir ya da Kürt yanlısı ana DEM Partisi ile bir tür anlaşmaya varabilir. İkincisini başarmak kuşkusuz daha zor ama imkansız değil. 

Kürt seçmenler sadece Türkiye'nin Kürt bölgesinde değil, aynı zamanda Kürtlerin önemli oy blokları oluşturduğu İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde de önemli bir nüfuza sahip. Türkiye içinde yeniden canlandırılmış bir barış süreci, gerçekleştirilmesi zor bir görev olsa da, ideal olarak Türk hükümeti ile SDG/ Suriye yönetimi arasında bir uzlaşmayı teşvik edecektir. ABD, Türk hükümeti, Kürt yanlısı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve nihayetinde hapisteki lideri Abdullah Öcalan da dahil olmak üzere PKK arasında diyaloğu teşvik ederek bunu kolaylaştırabilir. 2010'ların başındaki Türk barış sürecinden elde edilen kanıtlar, devam eden zorluklara rağmen, barış müzakereleri sırasında olumlu siyasi jestlerin ve diyaloğun Türkiye'nin Kuzey Suriye'ye yönelik düşmanlığını hafifletebileceğini göstermektedir.

Kuzey Suriye'nin petrol ve doğalgaz zenginliği sadece ekonomik iyileşmeyi hızlandırmakla kalmaz, aynı zamanda Türkiye ve SDG/ Kuzey Suriye yönetimi için de davranış değişikliğini teşvik edebilir. Türkiye'nin yakınlığı ve teknolojik gücü, Kuzey Suriye'nin acil yabancı yatırım ihtiyacı ile birleştiğinde Türk ve Suriyeli Kürtler arasındaki ilişkilerin gelişmesini sağlayabilir. ABD hükümetinin Mayıs 2022'de Kuzey Suriye için çıkardığı Sezar Yasası yaptırımlarından muafiyetler bu amaçla kullanılabilir. SDG Komutanı General Mazlum Abdi o dönemde bu hamleden duyduğu memnuniyeti dile getirmiş ve tüm şirketleri bölgeye yatırım yapmaya davet ederek altyapının yeniden inşası ve ekonominin desteklenmesindeki potansiyel etkisini vurgulamıştı. Türkiye'yi Kuzey Suriye'nin istikrar ve refahının bir paydaşı haline getirerek, Kuzey Suriye ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek için bir plan oluşturabilir.

Yeni Suriye'nin iç siyasi koşulları da önemlidir. Türkiye'nin daha ılımlı bir tutum sergilemesini teşvik etmek için SDG, KUK ve Arap Suriye'nin Yarını Hareketi (Tayar al-Ghad al-Suri) gibi Türkiye tarafından kabul edilebilir önemli aktörlerle de iktidarı paylaşmalıdır. ABD, kapsayıcı ve şeffaf seçimlerin yapılmasını ve bölge anayasasının farklı istekleri yansıtacak şekilde yeniden yazılmasını savunmalıdır. KUK ve Yarın Hareketi'nin silahlı gruplarının yerel güvenlik güçlerine entegre edilmesi Türkiye'yi yatıştırmak için önemli bir adım olsa da barış ve IŞİD gibi tehditlere karşı savunmada kalıcı yapısal engelleri önlemek için bölgenin güvenlik ve savunma güçlerini paralel oluşumlara bölmekten kaçınmak çok önemlidir.

Ancak PYD- SDG ile Ankara arasındaki ilişkinin bozulmasına yol açan nihai gelişme, 2015 yılında Türkiye-PKK barış sürecinin çökmesi oldu. Bunun ardından Türkiye, PKK'ya ve PYD- SDG de dahil olmak üzere PKK'ya bağlı olarak algıladığı gruplara karşı düşmanca bir tutum benimsedi. Bu değişim, PYD-SDG'nin ABD desteği altında Suriye topraklarının neredeyse üçte birini kapsayacak şekilde, ağırlıklı olarak Fırat Nehri'nin doğusunda, eşi benzeri görülmemiş bir toprak genişlemesiyle aynı zamana denk geldi. Ankara buna 2016'daki Fırat Kalkanı Harekatı ve 2018 ve 2019'daki müteakip askeri operasyonlarla karşılık verdi ve büyük ölçüde Kürt ve gayrimüslim nüfusları kuzey Suriye'nin önemli bir bölümünden uzaklaştırdı. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Türkiye, Suriye'nin kuzeyindeki sivil altyapıya yönelik hava harekatlarını ve topçu atışlarını yoğunlaştırarak bölgeyi yönetilemez ve muhtemelen yaşanamaz hale getirmeyi amaçladı. Bu saldırılar Suriye'nin kuzeydoğusunu önemli ölçüde istikrarsızlaştırdı ve yeniden ortaya çıkmak için fırsat kollayan IŞİD gibi gruplara açık, oldukça istikrarsız bir ortam yarattı.

 

Esad ve Müttefikleri: Siyasi Anlaşma İçin Bir Fırsat mı?

SDG kontrolündeki bölgelerde tırmanan istikrarsızlık Devlet Başkanı Beşar Esad rejimi ile İran ve Esad yanlısı çeşitli milisler için bir fırsat sunuyor. Suriye rejimi ve müttefikleri SDG ile yerel Arap aşiretleri arasındaki bölünmelerden faydalanıyor. ABD'nin çekilme ihtimali bu grupları SDG'nin güney ve güneybatı bölgelerini zayıflatmak için cesaretlendirdi ve gerilimi tırmandırdı.

Esad, İran ve Rusya'nın desteğiyle on iki yıldır devam eden iç savaşta büyük ölçüde galip geldi. Suriye'deki çatışmanın çözümü, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararında belirtildiği üzere Esad'ın katılımını gerektirmektedir. ABD hükümeti de Suriye ihtilafının çözümünde nihai yol haritası olarak bu kararın uygulanmasını desteklemektedir. Washington, SDG ile Esad hükümeti arasında, BM arabuluculuğundaki sürecin bir parçası olarak (her ne kadar şu anda etkin görünmese de) ya da başka yollarla siyasi angajman için baskı yapmalıdır. Esad rejiminin devamlılığına yönelik önemli bir tehdit olmadığı için ABD, Şam ile özerklik ve adem-i merkeziyetçilik müzakerelerinde Yeni Suriye yönetimini desteklemelidir. Müzakerelerin desteklenmemesi ABD'nin Suriye politikası açısından ters etki yaratacak ve ABD'nin Kuzey Suriye'deki müttefiklerine ve bölgenin geleceğine karşı kayıtsız kalındığını gösterecektir.

ABD hükümetinin yaklaşımında bir kayma olduğuna dair işaretler var; SDG ile Esad arasında, öncelikle uzun vadede IŞİD'e karşı koymak için siyasi bir anlaşmaya aracılık etmeyi düşündüğünü gösteren raporlar var. Esad geçtiğimiz yıllarda ABD ile gizli görüşmeler yaptığını iddia etmişti.

Şam ve SDG arasında siyasi bir anlaşma söz konusu olduğunda, en büyük zorluk Esad hükümetinin ABD'nin çekileceği ve Şam'ın SDG bölgelerini ele geçirebileceği inancı nedeniyle böyle bir anlaşmaya sıcak bakmamasıdır. Bu nedenle Esad, Rusya'nın ara sıra yaptığı baskılara ve SDG'nin tekrarlanan çabalarına rağmen SDG ile ciddi bir diyaloğa girme konusunda isteksiz davranıyor.

Ancak ABD'nin Suriye'deki politikasının stratejik revizyonunun bir parçası olarak burada kullanabileceği önemli bir kozu var. Diyalog ve Esad'ın Kürtlerin liderliğindeki özerk yönetimi tanıdığı siyasi bir çözüm karşılığında ABD, Esad hükümetine yönelik kalibreli ve kademeli bir yaptırım hafifletme stratejisi uygulamalıdır. Bu aynı zamanda Esad'ın Tahran'a olan bağımlılığını da nispeten azaltabilir. Bir ademi merkeziyetçilik anlaşması, Yeni Suriye yönetiminin idari ve güvenlik kontrolünü elinde tutmasını sağlarken, bazı Suriye Ordusu güçlerinin SDG ve Türk güçleri arasında konuşlandığı mevcut düzenlemelere benzer şekilde, Esad'ın birliklerinin belirli sınır bölgelerinde sınırlı konuşlanmasına izin verebilir. Ayrıca, iki taraf arasında genişletilmiş ticaretin yanı sıra, muhtemelen ortak bir şekilde petrol ve gaz çıkarılması ve satılmasına ilişkin düzenlemeler müzakere edilebilir ve böyle bir anlaşmaya dahil edilebilir. Washington asker varlığı, yaptırım politikası (Sezar Yasası) ve SDG ile olan güçlü bağları sayesinde önemli bir baskı gücüne sahip. SDG ve Esad arasında varılacak bir anlaşma, Suriye'nin kuzeydoğusunda istikrarı artırma ve bu süreçte IŞİD'le mücadele çabalarını destekleme potansiyeline sahip.

 

Suriye'de ABD Stratejisinin Revizyonunun Önemi ve Faydaları

ABD'nin Suriye politikası, terörle etkin bir şekilde mücadele etmek, bölgesel istikrarı sağlamak ve Amerikan ve Batı çıkarlarını korumak için çabalarını Kuzey Suriye'nin sosyo-politik, ekonomik ve bölgesel diplomatik dinamikleriyle bütünleştiren kapsamlı bir yeniden ayarlama gerektirmektedir. Bu hedeflere ulaşmak için ABD, bir yandan SDG ile Türkiye ve Şam gibi komşu güçler arasında işlevsel asgari ilişkileri sürdürürken diğer yandan da Kuzey Suriye nüfusunun yönetişimine, ekonomik kalkınmasına ve güvenliğine öncelik vermelidir.

Bu stratejinin kilit bir yönü, Kuzey Suriye'nin yerel gerçeklerini kabul etmeyi ve ele almayı içermektedir. ABD, bölgenin dinamiklerinden kopuk, salt terörle mücadele odaklı bir yaklaşım izlemek yerine güvenlik, yönetişim, ekonomik kalkınma ve komşularla diplomatik ilişkilerin birbiriyle bağlantılı olduğunu kabul etmelidir. ABD, Kuzey Suriye'nin yönetilebilirliğini ve yaşayabilirliğini destekleyerek IŞİD ve diğer aşırılık yanlısı grupların yeniden canlanmasını önleyebilir.

Bu yaklaşım Irak ve Afganistan'daki ulus inşası çabalarını hatırlatsa da, Kuzey Suriye halihazırda askeri ve siyasi yapıların kurulmasında önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Washington, bu mevcut temellerden yararlanarak diplomatik nüfuzunu yönetişimin güçlendirilmesi ve ne kadar mütevazı olursa olsun bir tür bölgesel işbirliğinin teşvik edilmesi için kullanabilir. Bunun için geniş çaplı bir askeri müdahale değil, sahadaki mevcut 900 askerle birlikte yerel yönetişim yapılarını desteklemeyi ve istikrarı teşvik etmeyi amaçlayan stratejik bir angajman gerekir.

Bu şekilde yeniden yapılandırılmış bir politika, Suriye'nin ötesinde daha geniş bölgesel ve küresel rekabet ve mücadeleler açısından da önem taşımaktadır. Çok kutuplu bir dünya düzeninin ortaya çıkmasıyla hızla değişen küresel ortamda, ABD'nin Orta Doğu'daki müdahalesinin azalması İran, Rusya ve diğerleri gibi bölgesel aktörleri cesaretlendirme riski taşıyor. Özellikle İran, ABD'nin çekilmesiyle ortaya çıkan fırsatlardan yararlanarak bölgede hegemonik bir güç olarak kendini göstermeye çalışıyor. Orta Doğu'nun enerji kaynakları ve süper stratejik geçiş yolları (Hürmüz ve Bab al-Mandab boğazları ve Süveyş Kanalı) nedeniyle sahip olduğu stratejik önem göz önüne alındığında, ABD'nin çekilmesinin yaratacağı bir boşluk bölgesel istikrar açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurabilir. Suriye stratejisinin daha geniş (trans)bölgesel önemi bu şekilde görülmelidir. Kuzey Suriye'de iyi organize olmuş, kendilerini savunmaya istekli ve yetenekli bir nüfusa (hem Kürtler hem de Araplar) sahip işlevsel bir yönetim yapısı, ABD'nin bölgenin önemli bir bölümündeki hedeflerine minimum askeri ayak iziyle ve potansiyel olarak ekonomik yardıma ihtiyaç duymadan ulaşmasını sağlar. Bu yaklaşım sadece IŞİD'in yeniden dirilmesini önlemeye yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda bölgesel güvenliğe yönelik önemli tehditleri de azaltır. Buna karşılık, iyi düşünülmüş bir strateji olmadan Suriye'de kalmak ya da daha da kötüsü tamamen çekilmek, kaotik bir güç boşluğunun ortaya çıkması ve bir tarafta Türkiye ve isyancı müttefikleri, diğer tarafta Suriye-İran-Rusya ekseni ve milisleri arasında yoğun bir bölgesel rekabetin yaşanması gibi vahim sonuçlara yol açabilir. Tıpkı İslam Devleti Horasan Vilayeti'nin ABD'nin Afganistan'dan çekilmesini ve Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden faydalanarak IŞİD'in en aktif küresel kanadı haline gelmesi gibi, IŞİD de Suriye ve çevresindeki bölgede yeniden toparlanmak ve daha geniş bölgesel ve küresel erişimle yeniden canlandırılmış bir yerel isyan başlatmak için muhtemelen nefes alma alanı ve boşluğu bulacaktır.”

 

Asopress Dış Haberler -fpri

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve asopress.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.