Selçuk Mızraklı: Mevcut merkeziyetçi devlet rejimi ürkek ve kırılgandır
Selçuk Mızraklı: Mevcut merkeziyetçi devlet rejimi ürkek ve kırılgandır
Selahattin Demirtaş'ın hücre arkadaşı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski Eş Başkanı Dr. Adnan Selçuk Mızraklı, kayyımların siyasi bir hedefinin olmadığını savunarak "Keşke sadece siyasi hedefi olsaydı, inanın mücadelesi daha kolay olurdu" dedi.
Asopress - Selahattin Demirtaş ile birlikte tutuklu bulunan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski Eş Başkanı Dr. Adnan Selçuk Mızraklı, cezaevindeki yaşamını ve siyasi görüşlerini Yeni Özgür Politika gazetesinden Gülcan Dereli'ye anlattı. Mızraklı, cezaevinde Kürt siyasi tutsak Selahattin Demirtaş ile birlikte bulunuyor ve Türkiye'deki kayyım politikaları ile ilgili sert eleştirilerde bulundu. Mızraklı, özgürlüklerin askıya alınarak kurulan devlet biçiminin sürdürülebilir olmadığını savundu ve Kürt halkının iradesinin gasp edilmeye çalışıldığını belirtti.
Mızraklı "Mevcut merkeziyetçi devlet rejimi ürkek ve kırılgandır" değerlendirmesi yaparak "Kuruluşundan beri güvenlik ve tehdit algıları her düzeydeki politikalarına ve yasalarına yansımış. Tabiri caizse III. Selim, II. Mahmut, döneminden ittihatçılara kadar bocalamış ama 1910’lu yıllarda Trablus ve Balkan sendromları ile paranoya zirve yapmış, çare olarak devleti derinleştirmeyi icat etmişler, bir türlü de hukukla, hukuka bağlılıkla da araları iyi olmamış. Sistem olarak varlığını ancak özgürlükleri askıya alarak tesis edebileceğini düşünecek kadar da embesiller var" ifadelerini kullandı. Kayyım atamalarının siyasi hedefinin olmadığını savunan Mızraklı, "Keşke sadece siyasi hedefi olsaydı, inanın mücadelesi daha kolay olurdu. Siyasi, idari, ekonomik, demokratik ahlak ve kültür, toplumsal psikoloji gibi birçok başlık gözetilerek bir tam saha pres durumu var. Seçim boyutu ile düşünürsek Kürt demokratik iradesi çelik bilye gibi sürekli dişlerini kırıyor, keftal ediyor. Ama mesele artık seçimde ortaya çıkan iradenin gaspının çok ötesine geçmiştir" dedi.
Gülcan Dereli'nin Selçuk Mızraklı röportajın tamamı şöyle:
3 Haziran’dan bu yana da birçok merkezde kayyuma karşı direniş eylemleri yapılıyor. Kayyum atamanın siyasi hedefi nedir? Çünkü ne kadar kayyum atansa da halkın tutumu değişmiyor, her seferinde kayyum sandığa gömülüyor. Peki halkın rızası alınamayacağına göre hedef ne?
Hepimizin ilk önce şuna ikna olması lazım. Mevcut merkeziyetçi devlet rejimi ürkek ve kırılgandır. Kuruluşundan beri güvenlik ve tehdit algıları her düzeydeki politikalarına ve yasalarına yansımış. Tabiri caizse III. Selim, II. Mahmut, döneminden ittihatçılara kadar bocalamış ama 1910’lu yıllarda Trablus ve Balkan sendromları ile paranoya zirve yapmış, çare olarak devleti derinleştirmeyi icat etmişler, bir türlü de hukukla, hukuka bağlılıkla da araları iyi olmamış. Sistem olarak varlığını ancak özgürlükleri askıya alarak tesis edebileceğini düşünecek kadar da embesiller var. Zira kurulan devlet biçimi coğrafyanın tarihsel, kültürel, etnik, inançsal yapısı ile organik değildir. Bu sentetik hal de ancak olağanüstülüklerle, sıkıyönetimlerle kısacası zor unsuru ile sürdürülebilirdir. Tarihten bildiğiniz gibi Cumhuriyetin ilk 30 yılı boyunca da yine kayyum rejimi, ardından eşraf, ayan, aşiretten rejime yedekli kesimlerle temsiliyet mevkileri kotarılıyor. 12 Eylül silindirinden sonra 90’lı yıllarla beraber Kürt demokratik politik etkisinin artması ve 99 yılı ile beraber bölgede yerel yönetimlerde yerini alması tayin edici ve dönüştürücü etkilere sahiptir.
30 Mart 2014 yerel seçimlerinde 102 yerleşim yerinde BDP’nin seçimleri alması, Rojava’daki gelişmeler, devam eden Çözüm Süreci’ne rağmen, çelik çekirdeği yeni stratejik bir programa sevk etti. Hele hele 7 Haziran sonuçları 102’nin 152’ye çıkacağını, yüzde 10 barajlarının kar etmediğini Türkiye’nin genelinden aldığı oylarla beraber HDP’nin merkezi yönetimde söz sahibi olduğunu-olacağını gösterdi. Artık bu yükselişi engellemek için kodlarında olduğu aşikar olan hukuk dışılık, gayri-nizamilik kendince zorunlu oldu. Zaten faulsüz oynamayı bilmeyen bir futbol takımı gibiler deyim yerindeyse, zirveye taşıdılar. Ulusal hukuk, uluslararası hukuk, sözleşmeler hak getire. Daha önce adeta kutsal metin gibi olan Anayasa, kurum olarak Anayasa Mahkemesi, ne var ne yoksa puç edildi. Niye? Kürt bahtiyar olmasın diye. Tabi bu arada sanılmasın ki Türk bahtiyar oluyor. Sadece itiraz etmediği sürecin sonucuna katlanıyor. Geleceksizlik, umut yoksunluğu, sefalet, eşitsizlik, kayırmacılık, değer ve erdem yitimi gibi.
Kayyum atamanın siyasi hedefi nedir? Keşke sadece siyasi hedefi olsaydı, inanın mücadelesi daha kolay olurdu. Siyasi, idari, ekonomik, demokratik ahlak ve kültür, toplumsal psikoloji gibi birçok başlık gözetilerek bir tam saha pres durumu var. Seçim boyutu ile düşünürsek Kürt demokratik iradesi çelik bilye gibi sürekli dişlerini kırıyor, keftal ediyor. Ama mesele artık seçimde ortaya çıkan iradenin gaspının çok ötesine geçmiştir. Sivil görünümlü paramiliter yapılardan uyuşturucu çetelerine, okullardan-üniversitelerden, cami altı medreselerine, algı ve politika üreten birçok ağla Kürt toplumsallığının ahlaki-politik, ekonomik, psikolojik direnç dayanakları saldırıya tutuluyor. İçeriden ve dışarıdan büyük bir kuşatma altına almaya çalışan bir sistem var. Topyekûn bir saldırı mevcut ve bu saldırılar ile bir halk diz çöktürülmek istenmekte, iradesizleştirilmek, kimliksizleştirilmek istenmektedir. Bu durumu bir örnekle açıklamak istersek Çin işkencesi yöntemine benzetebiliriz, açıklayabiliriz.
Çin işkencesi denilen bir yöntemden bahsedilir. Kafanın üst orta kısmındaki saç tıraş edilir, kafa sabitlenir ve su senkronize damlatılır. İlk damlalara katlanılır ama sonrasında düşünce düzeneği kırılır. Özgüven yitimine, çözülmeye götürür. İşkenceye alınan kişi artık birçok duruma razı olma haline getirilmiştir. Şimdi bize yaşatılmak istenilenler veya yaşadıklarımız durumlar adeta buna benzetilebilinir. Fakat unutulan şey şu ki belki birilerinin Çinlilerle tarihsel akrabalığı olabilir. Fakat Zagrosların çocuklarının ne sağından ne de solundan Çinliler geçmiştir.
Bu rejim rıza rejimi değil otoriter, baskıcı bir zor rejimi, dolayısıyla 5 yılı bir tür devre mülk ya da daha ağırı, bir ganimet olarak görüyorlar. Ne hukuki ne sivil denetim ne de yasamanın denetimi var. Tek zayıf karnı seçimlerdir. Herkesin özellikle de muhaliflerin aklını başına alıp seçim fırsatını iyi kullanması gerekiyor. 31 Mart’ta siyaset kurumunun yapamadığını yurttaş feraseti yaptı dersem yanlış olmaz sanırım.
Kayyum atanmasına muhalefetin geneli karşı çıktı, bu olumlu bulundu ancak sözün ilerisine geçen bir durum da yaşanmadı. Siz kayyum karşıtı bir ittifakın imkanlarını nasıl görüyorsunuz? Örneğin seçme ve seçilme hakkı için toplumun geniş kesimi bir ortak eylem halinde olabilir mi?
Toplumsal demokrasi ve demokratik değerlere sahip kişiler, kurumlar, demokratik değerlere sahip çıkan, samimi olan herkes, her çevre, yapı, örgüt, parti kayyuma karşı duruşun sosyal, siyasal bünyesi içindedir. Fakat gelin görün ki kayyum meselesini rejimin genel Kürt politikasının bir varyantı olduğunu özellikle bizler gözden kaçırmamalıyız, fakat samimi demokratlar ve partimiz dışındaki çevrelerde kayyumun varyant olduğunu biliyor. Bütüncül bakışları Türklük Sözleşmesi’nin dahilinde kalınca karşı çıkışları cılızlaşıyor ya da dostlar alışverişte görsünler misali oluyor. Etkili tutum almaları için esasında başka gerekçe var. İtirazda zayıf kaldıkları vakit sıra onlara gelecektir. En azından bunu gözetsinler. Başta Belediyeler Birliği Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere belediye başkanları ve meclis üyelerinden oluşan kalabalık bir heyetle Hakkari’ye gitmeli, belediye önünde açıklama yapmalı oradan da seçilmiş Eşbaşkan Viyan Tekçe ve Meclis Üyeleri ile bir araya gelmeliler. Meşru muhataplarının kayyum değil seçilmişler olduğunu deklare ederek kayyumun Belediyeler Birliği’nin hiçbir oturumuna çağrılmayacağı duyurulmalıdır. Bu tutum samimi demokrat mı yoksa akvaryum demokratı mı olduklarının da turnosulu olacaktır.
Ayrıca küçük bir hatırlatma yapmalıyım. 2018’de bir torba yasanın içinde geçirilen 5393 sayılı belediyecilik yasasına 47. Madde’nin eklenmesi hususu Anayasa uygunluğu tartışılmadan (torba yasadan ötürü) AKP-MHP oylarıyla geçirilmiştir. Açık Anayasa’ya aykırılığı olmasına karşın CHP bu durumu Anayasa Mahkemesi’ne taşımamıştır. CHP’nin büyük ayıplarından biri olarak tarihte asılı duruyor, umarım özeleştirilerini verirler.
Bu meselenin asli hedefi bizleriz. Onun için de bu çerçevede asıl tesis edilmesi gereken toplumsal itirazı yerellerde ve genelde örgütlemek bizim işimizdir. Bir şeyi daha unutmayalım. Şırnak (Şirnex), Bitlis (Bedlîs), Kars (Qars) ve birçok ilçe de esas olarak kayyum yönetimidirler. Ve 2024 31 Mart seçimlerinin hiçbir zaman unutulmaması gereken kara lekeleridir. Dolayısı ile itirazın buraları da kapsaması gerekir. Belediyeler Birliği’nin de ayıplı delegeleridir.
Yüksekova belediyemiz ile etkin bir dayanışma gösterilmeli, kültürel-sanatsal etkinlikler diğer merkez belediyelerimizce de Yüksekova’ya taşınmalı, her düzeydeki belediye pratiklerimizin geliştirilmesi için destek sunulmalı Hakkari-Yüksekova köprüsü temin edilmelidir. Her ne yapıyorsak çok iyi duyurmalı, yapılan etkinlikler, eylemler “tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış” kabilinden olmamalıdır.
Kayyumların bir halk iradesini hedef alan yanı var, bir de talan tarafı var. Siz de Amed Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı seçilmeden önce kayyum tarafından el konulmuş bir belediyeyi teslim aldınız. Ve sonrasında belediye binasına girdiğinizde makam odasında çekilen görüntülerle talan ve israfı gözler önüne sermiştiniz. Belki daha önce birçok kez dile getirdiniz ancak unutanlar için diyelim biraz o talan ve israfı anımsatır mısınız?
Öncelikle şunu kayıt düşeyim; kayyumlar yerelde kendilerini “tek adamın” minyatürü olarak görüyorlar. Denetlenemez, soruşturulamaz, kovuşturulamaz! Yaptıklarının çoğunun da hukuki açıdan sorunlu olduğunu bilerek koruma zırhlarına yaslanarak iş görüyorlar. Hukuki ve ahlaki açıdan problemli işlere koşulmuş olanların genelde yaptığı gibi kendi bireysel hesap ve çıkarlarını gözetmeden de edemiyorlar. Amed, Wan, Mêrdîn, Kayapınar, Bağlar kayyumları adları bu çerçevede en fazla duyulanlar oldu.
2019 16 Nisan’ında belediyeye girdiğimizde gördüğümüz makam odası kayyum uygulamalarını, talan ve israfları raporlanırsa kapak sayfasıydı. Akabinde çalıştıkça, deştikçe başka rezaletlerle de karşılaştık. Özel kalem harcamalarının arasında kayyum dönemi boyunca bir ton 650 kilogram fıstıklı kadayıf tüketildiğini tespit ettik. Makam odası ve müştemilatına, şimdinin parasıyla 16-17 milyon güya ödenmişti. Cumhurbaşkanının 31 Mart 2019 seçimleri öncesi Amed’e gelip yaptığı mitingden sonra güya 6 bin kişiye yemek verilmiş ki yaptığı mitingde 6 bin kişi yoktu ya da Amed’de 6 bin kişiye yemek verebilecek mekan yoktu. Ama şimdinin parası ile 3,5 milyon lira (o zaman kişi başı 85 liradan 510 bin+ yüzde 8 KDV 40 bin 800, toplam 550 bin 800 lira) ödenmiş. Büyük olasılıkla AKP seçim bürolarının iaşesine harcanmıştı diye tahmin ediyorum. Pahalı eşantiyonlardan, bebek paketlerine kadar birçok kara delik vardı.
Gülünç olanlardan bir tanesi de Hazar Gölü kıyısındaki çocuk kampımıza çocuklar götürülmüş gibi gösterilmiş ama yandaş belediye personeli aileleri ile birlikte gidip kalmış, yemiş, içmişlerdi.
Maddi olan kayıplar şüphesiz ki bir şekli ile telafi edilebilirler asıl acı olan durum uzun yılların emekleri, mücadeleleri ile ortaya konulmuş olan kadın çalışma ve yapılarından kültür-sanat kurumlarımıza kadar yaratılan tahribattı. Cigerxwin Kültür Merkezi’nden yerel yönetimler akademisine tahsis edilmiş binaya kadar yasa ve mevzuata, sözleşmelere aykırı şekilde yandaşlarına peşkeş çekilmiş, Büyükşehir belediyemize bitişik tiyatro-toplantı-sergi binamız adeta talan edilmiş (spotlarına, ses sistemlerine kadar) çöplüğe dönüştürülmüştü. Dört ayın içinde yaptığımız işlerden birisi de orayı yeniden kullanıma hazır hale getirmek olmuştu. Teslim aldığımız halinde sonrasının da görüntüleri mevcut. Tiyatrolar günü vesilesi Kürtçe bir oyun ile açılışını yapacaktık ne yazık ki yeniden kayyum atanmıştı.
Son kayyumun Amed Büyükşehir Belediyesi’ne bıraktığı borç 3 milyar 345 milyon TL olarak açıklandı. Sizin dönemizde kayyum ne kadar borç bırakmıştı?
İşin doğrusu bu sorunuza birçok veçhesi ile cevap verebilirim. Eğer bugünün parası ile 160 milyon dolar dersem rakam bugünkünden daha büyük çıkar. (5.2 milyar TL) bu izafi bir değerlendirme olur. Çünkü aradaki çalıştığımız dönem de 23 milyon dolarını biz ödedik zaten. Yine devamında kayyum döneminde belediyenin birçok gayri menkulü satılıp harcandı ki milyarlarca liradır akabinde yine büyük bir borç bırakılmış. Burada iki şeyin illa ki yapılması gerekli. Bütün şüpheli, sağlam belgelendirilmemiş ya da karşılıkları sabit olarak saptanmamış iş ve işlemler için idari soruşturmalar açılmalı, akabinde gerekli ise suç duyurularında bulunulmalı; ikincisi her belediyemizin ayrı ayrı kayyum raporlamaları yapılmalı, ayrıca tüm devraldığımız kayyum atanmış (YSK ya da İçişleri Bakanlığı marifeti ile atanmış) belediyelerimizden kümülatif raporlaması yapılmalı. Çünkü bu bir tür coğrafyaya yaklaşımın da raporlanması olacaktır ve toplumsal bellek açısından önemli olacaktır.
Biraz da sizi konuşalım mı? Hayat kurtaran bir hekim şimdi nelerle meşgul, günleri nasıl geçiyor?
Hekimlik değerleri ile icra edildiğinde biyolojik-fizyolojik, psikolojik patolojilerle sınırlı kalmıyor. İstemeseniz de kendinizi sosyo-ekonomi, kültürel, siyasal süreçlerin orta yerinde buluverirsiniz. Benim de mesleğimin ilk gününden itibaren böyle oldu. Canlarla uğraşıyorsunuz. Vicdan, merhamet, basiret gibi erdemleriniz bilgi, beceri, ustalığın yanı sıra gani olmalı. Ben kelimenin tam anlamı ile hekimliği, cerrahiyi severek yapıyordum. Vekillik ve belediye eş başkanlığını da bir tür sosyal hekimlik gibi uygulamıştım zaten, şimdi de siyasetin sağlığı üzerine cezaevi ihtisası yapıyoruz. İyilik mahkumuyuz esasında, onun için daha çok da Demirtaş’ın zorlamaları ile sporumuzu yapıyoruz. Demirtaş’ın da benim de ortak bir davranışımız var. Aynı dönemde 4-5 kitap okuyoruz. Günlük basını takip ediyor, Demirtaş’ın zappinglerinde kaliteli filmler bulursak izliyoruz. Sağ olsun avukat arkadaşlar da bizi yalnız bırakmıyorlar, zaman zaman da vekillerimiz. Onlarla beraber dışarının, dünyanın havasını solumaya çalışıyoruz.
Özlemlerinizi ve hayallerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Amed’i, dostları, arkadaşları, ailemi, Dicle’yi, küçeleri özledim. Özlem çok. Biliyorsunuz bizim insanlarımız asla tekil yaşamaz, tekillikte mutlu olamaz. Bizleri umutlandıran, yaşamayı değerli kılan paylaşımdır, iyi günde de zor günde de birlikteliktir. Bunları özledim. İlk olarak ziyaret edeceğim yer mezarlıklar, partim ve Barış Analarımız olacak.
Hayallerimi zapt edene aşk olsun. Sadece bir tanesini söyleyeyim. Güneş ülkesinde bütün il ve ilçelerde güneş enerjisi kaynaklı merkezi ısıtma sistemi üzerine okumalar yapıyorum. Ekolojik, ekonomik ve sosyal birçok katmanı ve katma değer ölçeğini içinde barındırıyor. Yoksullar artık kışı ürkerek karşılamayacaklar.
Sayın Demirtaş’la günleriniz nasıl geçiyor. Sohbetlerinizin ana konusu ne oluyor?
Demirtaş bir derya dersem az kalır, onun için okyanus diyelim. 12. Enstrümanına başladı (Klarnet) ama ben olmasaydım zor akort yapardı. Ülke siyasetinden dünyadaki gelişmelere, ekonomi-politikten yerel yönetimlere, tarihten ahlak-erdeme kadar her şey spektrumumuzda yer ediniyor. İnanın bizim burada 24 saat sizlerden daha hızlı geçiyor. Tempomuzu yüksek tutarak çıkışta yalpalamamak ve hızlıca adapte olmak gibi bir derdimiz var. Haksız mıyız?
Son olarak halka mesajınız ne olur?
“Durmayalım düşeriz” diye bir vecize var. Ben de çok beğenirim. Anam “işleyen demir ışıldar” derdi. Onur ve vicdan sahibi olan herkes bir örgütlülükte yerini almalı, kalbine “berxwedan jiyane”yi, özgürlüğü, barışı, eşitliği ve demokrasiyi kazanmayı kazımalıdır diyorum. Her türden baskı, tuzak ve algı oyunlarına rağmen halen onuruna sahip çıkan halkımızı ben ve Selahattin başkan selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. Aynı şekilde Özgür Basın emekçilerinin bütün abluka ve zora karşın hakikat haberciliği mücadelesini selamlıyor, serkeftin diyoruz.
Haber Merkezi
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.