Tuncer Bakırhan: Bu dönemin kazananı Üçüncü Yol oldu

Fotoğraf: MA

 

 

Asopress - Seçimin kazananlarından olan DEM Parti'nin Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, seçim sonuçlarını ilk kez Mezopotamya Ajansı'na  değerlendirdi.

 

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde siyaseten yeni bir tablo ortaya çıktı. Özet olarak seçim sonuçları kime ve hangi anlayışa ne mesaj verdi?

 

Seçim sonuçları yeni bir kapı araladı. Seçime giren tüm siyasi partiler için de bir muhasebe yapma süreci başladı. Açık söyleyelim; seçime giren partiler içerisinden başarılı olan partilerden birisi partimiz DEM Parti’dir.  Onun dışındaki partiler de hem nicelik hem nitelik olarak bir düşüş olduğunu görüyoruz. Özellikle iktidar bloku büyük kaybetti; bir önceki genel ve cumhurbaşkanı seçimlerdeki sonuçlar ile 10 ay sonrasında yapılan yerel seçimler sonrasındaki bu fark niye oluştu sorusunu sormak gerekiyor. Birincisi, hükümet iyi yönetmiyor. Ciddi bir ekonomik kriz, tırmanan bir yoksulluk, demokrasi ve özgürlükler sorunu var. İkincisi, dış politikada tutarlı bir siyaset izlemiyor. Üçüncüsü, tek adam sistemi olan 'Türk Tipi Başkanlık Sistemine' geçtikten sonra Türkiye her alanda sınıfta kaldı. En önemlisi de Kürt meselesi yoktur ısrarı, krizleri tetikledi, iktidar için meşruiyet sorunu yarattı. Yaşanan krizlerle sadece ekonomide değil, her alanda ciddi sorunlarla boğuşan bir çıkmaza sürüklendik. Dolayısıyla halk 10 ay önce yapmış olduğu tercihlerden farklı bir tercih yaptı. 22 yıllık iktidara 'yeter' dedi. İktidar partisi ilk defa ikinci parti oldu.

Bizim açımızdan değerlendirecek olursak; girmiş olduğumuz tüm seçimlerde ihlaller vardı ama bu sefer daha özel bir durum söz konusuydu. Hükümet ilk defa 32 yerleşim yerine kaçak seçmen taşıdı. 32 yerleşim yerini bir mühendislik çalışması ile elimizde almak, o kentlerin iradesini çalmak için özel bir çaba içerisine girdi. Tüm bunlara rağmen, bu kentlerin birçoğunu tekrar aldık. Bazı kentler ise, büyük oranda seçmen kaydırmalarından kaynaklı elimizden gitti. Ama biz bunları kayıp saymıyoruz.

 

Hangi yerlerdir bunlar?

 

Şırnak’ta seçmenlerin yarısından fazlası dışarıdan gelen asker, polis ve kolluk kuvvetleriydi. Buna rağmen az farkla elimizden aldılar. Kars’ta kaçak seçmen sayısını çıkarttığınızda oyumuzu artırdığımızı ve belediyeyi kazandığımızı göreceksiniz. Bitlis’te partimize verilen 2 bin 500 ile 2 bin 800 arasında oyumuzu göz göre göre iptal ettiler. Buna dair yaptığımız itirazlarımız da reddedildi. Birçok belde ve ilçelerde durum böyle oldu. Tüm bunlara rağmen iktidar kaybetti. Sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’de de kaybetti. Bu da Türkiye’de yeni bir kapı, yeni bir umut, yeni bir yol ve yeni bir mücadele zemini ortaya çıkarmıştır. Biz de ortaya çıkan bu yeni tablo ışığında önümüzdeki dönemde daha fazla çalışıp, daha fazla sahada olacağız. Ciddi bir örgütlenme seferberliği başlatacağız. Kısacası, Kürt sorununa yaklaşımı ve kayyımcı anlayışı iktidara kaybettirdi.

 

Seçim günü 'taşımalı seçmen' görüntüleri çokça gündeme geldi. Hatta bu durumun sandığa giden seçmen sayısında artışı da beraberinde getirdiği söylendi. Sizin gözleminiz neydi?

Kürdistan’da devlet ile DEM Parti arasında düşmanlık hukukuna dayalı, Türkiye’de ise siyasi partileri arasında rekabete dayalı iki ayrı seçim gerçekleşti. Fakat hem Kürdistan hem de Türkiye’de sandığa gidenlerin sayısı oldukça düştü. Bu durumun ciddi analiz edilmesi lazım. Genel seçim ile yerel seçim arasında hemen hemen Türkiye’nin her yerinde yüzde 7 ila yüzde 13 arasında sandığa gitmeyen seçmen oldu. Diğer durum ise, uçaklar ve otobüs konvoyları ile kentte getirilen, şal-şepik giyen insanlara garip garip bakan kişilerin toplu şekilde gelip oy kullanması oldu. Bu durum Kürtleri rahatsız etti.  O görüntülerden sonra halk haksızlığa karşı yekvücut oldu ve daha fazla sandıklara gitti. Metropollerde birçok insan tercihini değiştirdi. Halkımız ‘Bize bu oyunu oynayan, bize açıktan kaybettirmeye çalışan bu parti kazanmasın’ dedi. 

 

Partiniz 'Üçüncü Yol' stratejisiyle seçimlere girdi. Ayrıca 'birine kaybettirmek ya da birine kazandırmak" şeklinde bir politikanız olmadığını sık sık vurguladınız. Mevcut sonuçlara bakıldığında partinizin izlediği stratejinin başarılı olduğunu söyleyebilir miyiz? 

 

Bu dönemin kazananı Üçüncü Yol oldu. Üçüncü Yol; iki bloka da eklemlenmeden halkın, emekçinin ve yoksulun tercihin ortaya koymaktı. Biz de onu yaptık. Kürdistan’da en geniş çevrelerin katılımıyla demokratik yöntemle aday belirledik. Batıda Kent Uzlaşısı ile adaylarımızı belirledik. Sadece siyasi partilerle sınırlı olmayan, tüm toplumsal çevrelerle -kadın, ekolojistler, gençler- yani siyasi partileri aşan bir kapsamda adaylarımızı belirledik. Kent Uzlaşısı ile girilen yerlerin hemen hemen tamamında kazanıldı. Dolayısıyla ne sadece tek başına kaybettiren ne de sadece tek başına kendi kazanımını düşünen bir yol seçtik… Türkiye demokrasisinin de kazanımını önemseyen bir mantıkla hareket edildi. Onun için Üçüncü Yol başarılı oldu. Bu yol ile sadece Kürdistan’da kazanmadık, Türkiye’nin birçok yerinde Kent Uzlaşısı modeli ile birçok belediyede halkların ve ötekilerin iradeleri belediyelere taşındı.

 

Partinizin Kent Uzlaşısı stratejisine ilk etapta hem muhalefet hem de iktidar tarafından kimi eleştiriler yöneltildi. Bunun nedeni neydi?

 

Kent Uzlaşısı her iki siyasi partinin hoşuna gitmemiş olabilir. CHP, bir önceki seçimlerde kayıtsız şartsız Kürt seçmeninin AKP karşıtı bir strateji ile seçime gitmesini istemiş olabilir. Biliyorsunuz bir önceki seçimde AKP’ye kaybettirme stratejisi hayata geçirildi. Ancak burada, kazanma ve kaybettirme yerine halklarımızın kazanımları ve yaşadıkları her yerde iradelerinin yönetime yansımasının mücadelesini yürüttük ve biz kazandık. Bizim temsil ettiğimiz insanların iradeleri yönetimlere yansıdı, bundan rahatsız oldular.

AKP her yerde kendi adaylarımız ile seçimlere girmemizi, özellikle de metropollerde oy bölmemizi ve bu vesileyle seçimlerde kendilerinin çıkmasını umuyordu. CHP de bir önceki seçim gibi AKP karşıtı bir siyaset izleyerek Kürdistan’da kendimize, onun dışındaki yerlerde AKP’nin karşısında bulunan adaylara oy vermemizi istemiş olabilir. İkisini de yapmadık. Kendimiz kazandık. Partimizin olduğu her yerde de halkımızın iradesinin yönetimlere yansımasını sağladık. Bu çok kıymetlidir. 14 Mayıs seçimlerinde belirleyici olmadığımızı düşünenlere bu yerel seçimde aslında sonuç tayin eden, sonuçları değiştiren, yönetim değiştirebilecek ve yönetime gelebilecek bir kapasitede, güçte ve örgütlülükte olduğumuzu bir kez daha kanıtladık. Dolayısıyla halkımız partimizin uygulamış olduğu stratejiye uygun davranmıştır. Hem kazanmıştır hem de Türkiye’nin birçok yerinde iradesini yönetimlere yansıtmıştır.

 

Seçim sonrası yeni bir 'kayyım' girişimi yaşandı. Van’da eşbaşkanlara mazbata verilmek istenmedi. İktidar burada neden geri adım attı?

 

Van’da hem yargı hem bürokrasi içindeki klikler gasp çalışmasına girdiler. Bunun çalışması aylar öncesinde yapılmış. Adayımız (Abdullah Zeydan) memnu haklarını almış, aday olabileceği YSK tarafından ilan edilmesine rağmen seçime iki gün kala saat 17:00’ye beş dakika kala 'Aday olma yeterliliği yoktur' kararı verilmiş. Böyle bir haksızlık karşısında susmak mümkün değildir.

 

Bu biçimi ile devam ederler mi bilemiyorum.  Çünkü çözülme başladı, çözülüyorlar. Çözülmelerinin sebebi de Kürt meselesi başta olmak üzere ülkenin kemikleşmiş sorunları karşısında takındıkları tavırdır. En başından söyledik; çözmeyen çözülür. Bir söz vardır; “Var olana yok deme. Var olana yok diyen, yok olur.” Bu sözün somut örneğini 31 Mart’ta Kürt meselesi bağlamında yaşadık. Dolayısıyla güç ilişkileri değişecek. Dışarıya yansıyan boyutlarıyla AKP içerisinde bir tartışma süreci başladı. Belki, çözümsüzlük ve yanlışlarındaki ısrarla baskı politikalarının dozajını artıracaklardır ama tutmuyor; çözüm diyalog ile müzakere ile olur. İradeyi esas almak ile olur. Ben AKP’nin de bir yol ayrımında olduğunu düşünüyorum.

 

Belki bu seçimler AKP’nin yaklaşımlarını biraz değiştirebilir ama 22 yıllık bir ezber var. 22 yıldır kurulan güç dengeleri var. Devlet İttifakı var, Ergenekon İttifakı var, MHP var, JİTEM ittifakları var… Ama böyle devam etmek isterlerse Kürtler direnir, halklar ve emekçiler direnir. Pes etmez. Kaybettirmek için elinden gelen bütün çabayı ortaya koyar.

 

Biz DEM Parti olarak, daha sert bir süreci karşılamaya da varız, diyaloga ve müzakereye de varız. Mücadele-müzakere diyalektiği DEM Parti’nin mayasıdır. Başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’deki sorunların müzakere ile tartışılarak çözülmesi için de üzerimize düşen tüm sorumluluğu da yerine getirmeye hazır olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz.

 

Parti fark etmeksizin mi bunu söylüyorsunuz?

 

Biz DEM Parti olarak asla şu kişi ya da bu partiyle olur, şu kişilerle olmaz diyemeyiz. Bu yaklaşım diyalektiğe aykırıdır. Bizim derdimiz; önce muhatabımızı yaratıp sonra sorunu çözmek değil, çabamız sorunu çözmektir. Çözüm için kim geliyorsa buyursun oturup konuşalım ve çözelim. Türkiye halklarını da dahil ederek çözelim. Dolayısıyla AKP’nin yarın ne yapacağını bilmiyoruz ama biz karşımızdakinin soruna yaklaşımı konusundaki samimiyetine, stratejisine, programına, planına bakarak gerekli olan adımları atarız. Biz açığız, hazırız. Biz varız. Ama karşımızdakinin samimi olması gerekiyor.

 

 

Seçim sonrası yeni anayasa yeniden gündeme getirildi. Daha önce çok gündeme gelmişti ancak bir sonuca ulaşılmamıştı. Yeni anayasa için öncelikle neler yapılmalı?

 

Bir yol temizliği yapsınlar. İşte Kobanê Davası ortada duruyor. Bir tweet ile yıllardır eş başkanlarımız, belediye başkanlarımız, milletvekillerimiz cezaevinde tutuluyor. Kayyumcu anlayışın, bir halkı yok saymak anlamına gelen korkunç bir yöntem olduğunu bir zahmet kabul etsinler. Cezaevleri siyasi tutsaklar ile dolu. Türkiye’nin bütçesi büyük oranda Kürtlerin demokratik haklarını baskılamak için kullanılıyor. Bir çaba görelim, samimiyet görelim, hiç tereddüt etmeyiz biz de.

 

CHP, Van'daki seçim darbesine karşı çıktı. Yine Kobanê Davası’nı izlemek üzere bir heyet görevlendirdi. Bunu 'CHP'de Kürt sorununa dair bir politika değişikliğine gidildi' şeklinde yorumlayabilir miyiz? Ya da bunun ön verileri ortaya çıktı denebilir mi?

 

Bir ön veri ortaya çıktı demek çok erken. AKP için söylediğim şeyler CHP için de geçerlidir. CHP’nin henüz o kuruluş kodlarından uzaklaşıp uzaklaşmadığını şimdilik test edecek durumda değiliz. Evet, Kobanê Davası, Van’daki dayanışma, kayyımlara ilişkin CHP’li yetkililerin, Sayın Özgür Özer’in yapmış olduğu kimi açıklamalar kıymetlidir. Ama bir bütün olarak Kürt meselesinin müzakere ile diyalog ile çözülmesini ‘CHP istiyor’ dedirtecek düzeyde değil. Önümüzdeki dönem CHP’ye de büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Bu meselelerde samimi olmak, Kürde samimi yaklaşmak, bu sorunun çözümünde gerçekten demokratik bir irade ve sorumluluk ortaya koymak CHP’ye kaybettirmez, kazandırır. 

 

CHP, fırsatçı bir yaklaşımla, nasıl olsa ‘AKP baskı uyguluyor ve Kürtler bu baskı politikaları karşısında başka tercihlerde bulunuyor’ yanılgısına kapılırsa kaybeder. CHP için büyük bir şans doğmuştur. Yüz yıldır çözülmeyen Kürt meselesinin ikinci yüzyılda diyalog ve müzakereyle çözülmesine katkı sunma fırsatını yakalamıştır. CHP samimi ve doğru bir yaklaşım ile gerçekten Türkiye’nin demokratik geleceğinde önemli bir rol oynayabilir ve bu misyonu üstlenebilir. Önümüzdeki dönemde bunun sadece seçim kazanmakla sınırlı bir yaklaşım mı yoksa bir politika değişikliği mi olduğunu göreceğiz. Biz kimseye düşman değiliz. Ama kimseyi de sınırsız krediyle ve sorgusuz sualsiz destekleyen bir güç de değiliz. Doğru söyleyen, doğru yapan, Türkiye demokrasisine kazandıran, kazandırmak isteyen ve bu konuda bir politikası, programı olan her siyasi parti ile -sadece seçimlerde değil- yan yana gelir, konuşuruz. Çözüm için elimizden geleni de ortaya koyarız.

 

Türkiye'deki devrimci sol-sosyalist güçler açısından seçimleri değerlendirecek olursak; son genel seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakı üzerinden kimi tartışmalar gelişti. Önümüzdeki dönemde Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bünyesinde yeniden bir yapılanma ya da farklı bir oluşum söz konusu mu?

 

Seçim süreçleri ciddi muhasebe imkanı da doğurdu. Sadece DEM Parti, iktidar veya ana muhalefet partisi için değil, sol sosyalist çevreler için de bir muhasebe olanağı yarattı. Biz kendi açımızdan bu muhasebeyi yapıyoruz. Önümüzdeki dönem DEM Parti olarak, özellikle metropollerde yoksul, emekçi Türkiye halklarıyla, inanç gruplarıyla, asgari ücrete mahkum edilenlerle, geçinemeyen emeklilerle buluşmak için bir program, planlama yapıyoruz.

 

Yeni bir seçim olasılığından bahsediliyor. Sizce yakın bir zamanda yeni bir seçim olur mu? 

 

Yeni bir seçim yaşadık. İktidar ikinci parti oldu. Bizim de durumumuz kudretlidir, bu durum seçim sonuçlarında da ortaya çıktı. Türkiye’nin birçok yerinde seçime girmememize rağmen bugüne kadar yerel seçimlerde aldığımız en yüksek oyu aldık. Önümüzdeki dönem için erken seçim olsun mu olmasın mı tartışmaları çok taze. Buna ihtiyaç var mı ya da bu konuda biz neyi talep edeceğiz, onu süreç gösterecek, kurullarımızla birlikte tartışacağız.

 

Yerel seçimler sonrası kazandığınız yerlerde hizmet beklentileri yüksek. Nasıl bir belediyecilik anlayışı ortaya koyacaksınız?

 

 

Önceki deneyimlerimiz kıymetlidir. Sadece belediyecilik hizmeti sunan değil, halkın yaşamış olduğu her sorunla dayanışan bir belediyecilikti. Bu dönem de bu devam edecek ama bu dönem belediyelerimiz daha çok belediyecilik yapacak. Siyaseti siyasetçiler yapacak. Belediyelerin siyasetle ilişkisi her zaman var ama herkes kendi işini yapacak. Emin olun önümüzdeki günlerde daha disiplinli, belediye işleriyle yoğunlaşan halkın sorunlarını çözen bir yerden belediyecilik yapacağız. Biz halka söz verdik. Onların kıymetli oylarıyla seçilen arkadaşlarımız en iyisini yapacaklardır. Kötü bir belediyecilik pratiği varsa halk 5 yılı beklemek zorunda değil. Halkın seçim gelmeden seçtiğini çekme hakkı da var. Eleştiri hakkı da vardır. Tabii güçlendirerek yapacağız bunları.

 

Kararlıyız; halkımıza, demokrasiye katkısı olmayan, örnek ve model olmayan, halkı memnun etmeyen hiçbir anlayışa izin vermeyiz. Belediyeyi kaybederiz ama halkımızı kaybetmeyiz. Onun için çok değerli, kıymetli genç nitelikli belediye eş başkanı arkadaşlarımıza da çağrı yapıyorum; bu dönem çok farklı bir dönemdir. Kayyım yaralarını sarma, halkın desteğini onayını alma, halkla birlikte olma, halkı memnu etme, model olma, hizmet etme, diğer siyasi parti belediyelerinden farkımızı ortaya koyma, bize oy vermeyenleri de kapsayan, onayını, desteğini alan bir anlayışı hayata geçirme zamanıdır. O mevki ve makamlar için büyük bedeller ödedik. Arkadaşlarımız içeride. Gültan Kışanak ve Leyla Güven’in belediye pratiklerine, geçmişine layık olma günüdür. ‘Biz geldik 5 yıl otururuz’ yok. Geçmişte de yoktu ama şimdi hiç olmaz. En ufak bir eksiklik konusunda dahi genel merkez olarak; halkımıza söz verdik. Gereğini yapacağız.

 

Yol, su, altyapı, üstyapı... birçok sorunu sıralayabiliriz ancak öne çıkan en önemli konu gençlerin göçü. Göç ile asimilasyon arasındaki bağlantıdan hareketle; gençlere dair nasıl bir politika izleyeceksiniz? 

 

Kurdistan’ın gençliği, sosyolojisi, doğası yani her anlamda büyük oranda tahrip edilmiş. Devlet orayı bir laboratuvar haline getirmiş, zehirlemeye çalışmış. Bunlardan biri de gençliktir. Tabii belediyemizin oradaki yoksulluğu, işsizliği tamamen ortadan kaldırma imkanı yok. Ama gençlerin o kentte yaşaması için kültürel-sanatsal aktiviteler, meslek edinme kursları, aile ekonomisine katkı sunma olanaklarını yaratacağız. Sadece mevcut kaynaklarla yetinerek hizmet üretemeyiz. Kaynak da yaratmalıyız. En büyük kaynak halkın katkısıdır, katılımıdır. Onlarla yapılan hizmetlerdir, işlerdir. Belediyenin çözemediği sorunu Siirt’te 150 bin insanımızın desteğiyle, katkısıyla çözmeliyiz. Halkı ikna etmek ve güvenini almak lazım.

 

Halkın sunduğu işin o kente yararlı olduğuna, işleri kolaylaştıracağına ikna etmek anlatmak gerekiyor. Yeni bir belediyecilik anlayışıyla yeniden başlıyoruz. Göreceksiniz belediyelerimiz emekçinin, yoksulun, çocuğuna süt götüremeyenin, mama götüremeyenin, su faturasını ödeyemeyenin yaşamış olduğu sorunların çözüm adresi olacaktır. Bu konuda iddialıyız. Bir belediyecilik geçmişimiz var, ondan da güç alacağız. Arkadaşlarımızın en iyisini yapacağına eminim.

 

Çocuklara dönük politikalar da önemli. TÜİK verilerine göre Türkiye’de çocuk oranı yüzde 26 iken; Kürdistan’da bu oran yüzde 50’ye yakın. Kürdistan’daki çocuklar dair projelerinizi merak ediyoruz?

 

Gençler, çocuklar ve kadınlar öncelikli olarak proje üreteceğimiz grupları oluşturuyorlar. Belediyecilik hizmetlerini 3 dille veriyorduk. Tekrar çok dilliliğe, çok kültürlülüğe, çok kimlikliğe hizmet eden bir yaklaşımla devam etmek lazım. Çocukların anadilini öğrenmesi için bütün çabayı ortaya koymalıyız. Biz sonradan öğrendik (anadil). Ama bunun koşulları var; elimizde belediyelerimiz var, büyükşehir belediyelerimiz var, kentlerimiz var. Bu konuda ‘Niye öğretiyorsun?’ diyemez kimse. Anadilini öğretmek için belediyelerimiz bir çaba içerisinde olacak. Yoksulluktan dolayı eğitim alamayan çocuklara destek olacağız. Çocukların kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetlere katılmasını sağlayacak koşulları sağlayacağız. Kadınların ev içi ve iş yaşamındaki toplumsal cinsiyet eşitliği temelindeki talepleri zaten her fırsatta dile getirdiğimiz gibi sonuna kadar destekçisiyiz. Ancak, kadın yoksulluğu konusunda da maalesef Türkiye dünyada ilk sıralarda. Kurdistan’da ise daha da kronik hale gelmiş bir problem olduğundan bu konuda belediyelerimizin bütün koşullarını zorlayarak projeler üreteceğini söyleyebilirim.

 

Belediyeler için merkezi bir proje biriminiz olacak mı?

 

En küçük beldeden büyük şehirlere kadar proje birimleri oluşturacağız. Ezber çalışmalar yok. ‘Kanal açtım', ‘Kaldırım yaptım’ ile bu meselelerin çözülemeyeceğini biliyoruz. Kurdistan'da yüz yıllık yaralar var. Hizmetsizlik var. Yani daha nitelikli, daha birikimli ve daha sonuç alıcı çalışmalar olmalı. Yer yer belediye olanakları ile yer yer kentin dinamiklerinin katkısı ve katılımıyla toplumcu belediyeciliğin ne olduğunu tüm dünyaya göstereceğiz. Yerinde yönetim ile yerelden üretim diyoruz.