Ekolojistler'den Deprem Raporu

Aso Press - Hatay'da ekoloji örgütleri 3-6 Şubat 2024 tarihinde yaptıkları ziyaretin sonrasında bir yıllık deprem raporu ortaya çıkardı. Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu heyetinin ortaya koyduğu raporda hak ihlalleri dikkat çekti.

Hatay'ın temel sorunlarına, kettin son durumu ve kentte yaşanan hak ihlallerinin raporlaştıran ekoloji örgütleri Antakya'nın koca bir şantiye içinde halk sağlığının  tehdit altında olduğuna dikkat çekildi. En büyük hak ihlalinin yaşam hakkı olduğunu dile getiren ekoloji örgütleri çözüm önerilerini de sundu. Yeşil Gazete'den Cansu Acar'ın haberine göre aciil yapılması gerekenler arasında barınma sorunun yanı sıra raporda "Ekolojik yerleşimler kurulmalıdır. Deprem bölgesindeki projeler için ‘ÇED gerekli değildi’ kararları iptal edilmeli, etkin çevre araştırması yapılmalıdır" ifadeleri yer aldı. 


Basın toplantısında raporu aktaran İklim Adaleti Koalisyonu‘ndan Demet Parlar, şunları söyledi:


“Antakya koca bir şantiyeye dönüşmüş durumda. Geçen bir yılda inşaat amaçlı çalışmalar dışında yaşamı kolaylaştırmaya geri dönüşü sağlamaya yönelik hemen hiçbir çalışma yok. Anayasal haklarımız olan sağlıklı bir çevrede yaşama, eğitim, ulaşım, barınma gibi temel ihtiyaçlara yönelik olarak hem merkezi yönetimin hem de yerel yönetimin çalışmaları çok yetersiz. Devlet, devlet olduğunu, yurttaş yurttaş olduğunu unutmuş durumda. Sorunlar çok büyük.”

 

Deprem bölgesindeki hak ihlalleri

Ekoloji örgütlerince bir yıldır yürütülen çalışmalar ve yapılan ziyaretler süresince en çok dikkat çeken hak ihlalinin ne olduğu sorusunu yönelttiğimiz Demet Parlar, çok fazla hak ihlali olduğunu ve bunlardan en önde geleninin hangisi olduğunu seçmekte bir hekim olarak dahi zorlandığını belirtti:

“Temel ihtiyaçlar yok, su ihtiyacı mı daha önemli yoksa insanın soğukta kalması mı, yetersiz gıda mesela… Soluduğunuz havanın, kirliliğin hem kısa hem uzun vadede ciddi bir hastalık riski taşıyan bir hastalığa dönüşmesi mi… Hangisi daha ciddi hak ihlali, ayırt etmek çok zor.”

‘En büyük hak ihlali, yaşam hakkı’

Makine Mühendisi Levent Büyükbozkırlı ise en öne çıkan hak ihlalinin yaşam hakkı olduğunu belirterek şunları aktardı:

“İki gün, üç gün boyunca devlet orada hiç yoktu. Geldiği zaman kolluk kuvvetleri zaten arama kurtarmaya kayda değer şekilde katılmadılar. AFAD buna destek olmak yerine, köstek oldu. Bana göre en büyük hak ihlali yaşam hakkı. Birkaç hafta sonrasında öğrendik ki arama kurtarma için gelen insanlar uğraşırken yerleşim çalışmaları yapılıyor; hangi müteahhite nereyi verelim, ne yapalım (!) Kabataslak çalışmalar yapılıyor. Bunları öğrenmek… Artık sözün bittiği yerdeyiz; sosyal devletin kırıntıları kalmamış, bir yok edicilik var. Dolayısıyla en büyük hak ihlali yaşam hakkı bence burada depremle ilgili. Ama sonrasında gelen pek çok skandal var tabii ki.”

‘İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi’
Ekoloji Birliği YK üyesi ve eski eşsözcüsü Süheyla Doğan ise özetle şunları dile getirdi:

“Yaşam hakkı ihlal edildi, barınma hakkımız, beslenme, eğitim, kamu hizmetlerimiz ihmal edildi, temiz bir çevrede yaşama hakkı, ulaştırma, doğru bilgi alma hakkı, gösteri yapma hakkı ihlal edildi. İnsan haklarının neredeyse tümü ihlal edildi.”

Toplantıda söz alan Samandağlı Mevlüt Oruç ise şu ifadeleri dile getirdi:

“Deprem anından bugüne kadar şunu gördüm: Biz kurtarılmadık. Biz ölüme terk edildik. Biz kurtarılmadığımız için öldük. Yani deprem öldürmedi. Ölseler de kurtulsak gibi bir şeye geldi.”

‘Konteyner alanlar esir kampı gibi’

Türk Tabipler Birliği’nin [TTB] yaptığı araştırmaya dikkat çeken Parlar ise Antakya’da çocuklarda bodurluk oranının arttığına ve gelişme geriliğinin tespit edildiğine işaret etti.

Önleyici çalışma olmadığına, başlangıçtaki niyetin, insanların daha iyi yaşamasına yönelik değil de inşaatların bir an önce başlatılmasına yönelik olduğuna dikkat çeken Parlar, “Bu nedenle molozların hunharca, vahşice zalimce -ne doğa, ne insan düşünülerek hiçbir şekilde hiçbir önlem alınmadan- kaldırılması taşınması… Hem kültürel yıkım var, hem ekokırım var” dedi ve ekledi:

“Altyapı, hava kirliliği çok büyük sorun. İnsanlar mesela hava kirliliğini dert etmiyor. ‘Biz zaten alacağımız aldık’, dedi geçen gün birlikte Antakya’yı dolaştığım arkadaşım. Böyle de bir vazgeçmişlik var insanlarda, bu çok korkunç bir şey. Soğukta konteyner alanlar, esir kampı gibi. Yaşanacak gibi değil. Bölgedeki psikiyatrist, psikolog arkadaşlarımızdan öğreniyoruz ki; özel alan yokluğu, aile içi şiddeti, psikolojik şiddeti artırmış durumda.”


‘Kent’ değil, ‘esir kampı’ denmeli
“Cidden devlet hiçbir şey yapmamış durumda” diyen Parlar, ulaşımdaki sıkıntılara ise bölgede yaşayan bir kadınla yapmış olduğu bir diyalog üzerinden şöyle değindi:

“En basitinden ulaşım… İki saatte bir [araç] geçiyor. Yerel köyden kadın arkadaşa sordum, ‘Ağır hasarlı evimizde oturuyoruz‘ dedi. ‘Neden konteyner ya da çadır alamadınız’ diye sordum. Biliyorsunuz devlet istediğiniz yerde size konteyner kurma şansı vermiyor. Diyor ki ‘Benim belirlediğim konteyner alanlarına geleceksiniz’. ‘Kent’ diyerek de haksızlık ediyor. Kent değil, ‘esir kampı’ demesi çok daha doğru. Dedi ki o kadın arkadaş; ‘Ben oraya gitsem ulaşım problemi var, işe nasıl geleceğim.’ Basit ama çok önemli. O yüzden riski göze alıyor ve annesinin köydeki ağır hasarlı evinde kalmayı tercih ediyor.”

‘Devlet, devlet olduğunu unutmuş ‘
Serada ya da çadırda kalanlar olduğunu da aktaran Parlar, şunları dile getirdi:

“Konteyner alamadığı için, evinde ya da bahçesinde kalıyor, evi hasarlı da olsa oradaki mutfaktan, banyodan yararlanmak için. Mülkiyet hakları insanların rezerv alanlarla ihlal edilmiş durumda. Zeytinlikler kesiliyor. 60 bin zeytin ağacı kesildiği söyleniyor… Burada 45 taş ocağına maden ruhsatı verilmiş. Antakyalılar ‘Artık şehir değil, şantiye oldu orası’ diyorlar. Devlet, devlet olduğunu unutmuş durumda. Biz de yurttaş olduğumuzu…”

Basın toplantısında ekoloji örgütleri üyeleri “Çare biziz” diyerek seslerini birlikte duyurma çabalarının devam ettiğini belirterek bunun daha da süreceği mesajını verdi.


Rapor: Göçe zorlama

Ekoloji örgütlerinin raporu, bölgede çalışma ve analizler yapan ekolojistler tarafından depremden etkilenenlerin ve/veya dayanışma için bölgeye gidenlerin sözlerini, sahadaki tespitleri ve dayanışma önerilerini içeriyor.

Bölgedeki mevcut duruma işaret edilen raporda, “Dikmeceliler depremin tüm yükünü üzerlerinde hissediyorlar. Halk arasında, Gülderen, Toygarlı, Serinyol‘a kadar Arap Alevi halkı oldukları için topraklarından göçe zorlandıkları kanaati yaygın. Tarım alanlarında inşaatlar artarak devam ediyor. Evlerin arasındaki zeytin ağaçları kırılıyor, götürülüyor. Bazı evler istimlak ediliyor. Kamulaştırma evleri de kapsıyor. Dikmeceliler, geçim kaynağı olan zeytinliklerinin yerlerine yükselen TOKİ konutlarının büyük yıkıma yol açacağından endişeleniyorlar” denildi. Raporda ayrıca mevcut duruma ilişkin şunlar aktarıldı:

“Kamulaştırmalarda hiçbir şeffaflık yok, kamulaştırma alanları genişletirken köy halkına hiçbir bilgi verilmiyor. Köy halkı tek muhatap olarak jandarma ile karşı karşıya kalmak zorunda bırakılmış: ‘Ya istimlakları kabul edersiniz ya da tüm taşınmazlarınız elinizden alınır‘ tehdidine maruz kalıyorlar. Sadece bir kere Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcı ve Hatay Valisi görüşme için köye gelmiş ancak muhtar, halkın konuşmasını engellemiş. Dikmeceliler, muhtarın mücadelenin başından bu yana jandarmanın ve şirketin yanında olup köye ise sırt çevirdiğini ifade ediyorlar.

Dikmece’nin üç mahallesinden biri olan Kuyucak’ta deprem öncesi zeminin kötü olması nedeniyle köylülere imar izni verilmemişken şimdi tüm itirazlara rağmen aynı bölgedeki tarım arazilerinde TOKİ blokları yükseliyor. Halk meşru mücadelesinde derdini anlatacak kimse bulamıyor. Yollar iş makinelerinin yoğun kullanımı sebebiyle bozuk olduğu için ulaşımda büyük zorluklar var: Bu durumdan en çok çocuklar okula gidip gelirken çok zorlanıyorlar. Servisler ara yollara girmiyor. Köy yolu bir km daraltılmış durumda.”

‘Zeytinliklerin üzerine enkazlar döküldü’


Heyet Koçören ve Narlıca’daki moloz döküm sahaları ziyaretinden gözlemlerini şöyle aktardı:

“İki alanda da beton demir ayrıştırma çalışmalarının neredeyse sona erdiğini, düzleme çalışmalarının başladığını gözlemledik. Zeytinliklerin üzerine enkazların döküldüğünü tespit ettik. Koçören’de konuştuğumuz yerel halk, zeytinliklerin satın alındığını belirtti. İki alanda da ikazlara rağmen, yerleşim yerlerinin, tarım alanlarının yakınlarına, zeytinliklerin üzerine döküm yapıldığını, ekokırımın devam ettiğini gözlemledik. Hem enkaz çalışma alanlarında hem kamyonlarla taşınma esnasında hem de döküm sahalarında gerekli önlemlerin alınmaması havaya, toprağa asbest ve diğer tehlikeli kimyasal maddelerin karışmasına neden oldu. TTB’nin de aralarında olduğu emek-meslek ve çevre örgütlerinin, Hatay’da moloz döküm alanlarıyla ilgili açtığı dava dilekçesinde ayrıştırılmamış atıkların 85 bin toksik madde içerdiği bilgisi yer almakta.”

Hatay’ın başlıca sorunları neler?

Heyet, depremin birinci yılında Hatay’ın başlıca sorunlarını şöyle sıraladı:

Kentte ulaşım halen büyük problem, yollar bozuk, toplu taşıma imkanları çok kısıtlı. Eğitim için farklı ilçelere gitmek zorunda olan öğrenciler çok zorlanıyorlar.
Eğitimde ciddi oranda okul eksikliği var. En uç örneklerde bir tanesi, Osman Ötüken Anadolu Lisesi’nin İskenderun’da gemiye taşınması, yatılı eğitim veriliyor. Bu, mücadele eden yerel halka karşı bilinçli bir strateji.

Barınma: Halkın ihtiyacı 350 bin konut iken kurayla dağıtılan, 1.000 konutun biraz üzerinde! Konteyner alanlarında yaşantı şeffaf değil, insani barınma şartlarını karşılamıyor. İnsanlar dipdibe kalıyorlar, konteynerlar yağmurda su alıyor, duş almak büyük sorun, çadırdan pek farklı yok. Geçim kaynakları olan 3 bin TL’lik kira yardımının kesilmesini, mahallesini ve komşularını bırakmak istemeyenler çadırda kalmaya devam ediyorlar. Elektrik tesisatları yeterli değil, yangın çıkıyor.

Kadınların sorunları: Tacizlerde ve ev içi şiddette artış gözleniyor. Ekonomik sorunlara kadınlar için psikolojik şiddet de eklendi. Barınma ihtiyacı devlet tarafından gereğince karşılanmadığı için çocuk bakımına ek olarak yaşlı bakımını da kadınlar üstlenmek zorunda kaldı. Bu nedenle kadınlar üzerindeki sorumluluk ve baskı artmış durumda. HDD, kadınlar için üretim atölyesi kurdu. Kalıcı üretim mekanlarını da kurmaya çalışıyorlar. Samandağ’da gıda, tekstil; Defne’de dokuma, sabun atölyesi kurma çabaları devam ediyor.

Çocukların sorunları: Deprem sonrası travmalara bağlı olarak dikkat eksikliği ve bilgilerinde iki seneye yakın gerileme, yalnız kalmaya bağlı sosyalleşme eksikliği gözleniyor. Eğitim alanları çocukların sosyalleşmesi için iyi bir ortam sağlıyor. Çocuklara eğitim veren öğretmenlerin istihdam edilmeleri de önemli. Gönüllülük düzenli değil. Yerelden ders verenlerin katkıları uzun süreli olmuyor. Sürekliliğin sağlanmaması önemli bir sorun.

Enkaz kaldırma- yıkıntı atıklarını depolama: Yıkılan ve ağır hasarlı binaların çoğunun enkazları usulsüz şekilde kaldırıldı. Ancak bina temellerinin kaldırılması uzun zaman alacak, daha oradan çıkacak olan molozlar da var.


Gönüllülerin ihtiyaçları: Dernekte çalışan gönüllüler de depremi yaşadılar, gündelik hayatlarında büyük zorluklarla mücadele ediyorlar. Psikolojik zorluklar yaşıyorlar. Gönüllülerin ihtiyaçları karşılanmalı, önlerindeki engeller kaldırılmalı ki desteğe devam edebilsinler. Onların da geçim sorunu var. Öğretmenlerin her gün getirilip götürülmesi ihtiyacı da yaşanılan sorunlar arasında. Altyapı ve ulaşım sorunları, devam eden yas hali, halkın hukuki mücadele için adliyelere gitmesini bile engelleyebiliyor.

Hatay’da devletin yapması gerekenler…

Son olarak raporda devletin yapması gerekenler ise şöyle listelendi:

Orta hasarlı binalar ve temellerden çıkacak molozlar için yönetmelik uygulanmalı, toksik kimyasalların ve asbestin yer altı sularına karışmasını engelleyecek sızdırmaz yüzeyler yapılmalıdır.
Alt yapı sorunları iyileştirilmelidir.
Ekolojik yerleşimler kurulmalıdır.
Deprem bölgesindeki projeler için ‘ÇED gerekli değildi’ kararları iptal edilmeli, etkin çevre araştırması yapılmalıdır.
Göç eden insanların depremden önce yaşadıkları şehirlerine geri dönmelerini hedef alırsak o insanlara sunulması gereken temel destek, kendi istekleri ve yaşam tarzlarına uygun durumların önemsenerek barınma alanlarının yapılması gerekli.

Tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanların kullanımına elverişli binalar yapılmalıdır. Bu binalar şahısların isteği doğrultusunda devlet desteği sunularak yapılabilir.
Hatay’a göç eden göçmenlerin ırkçı söz ve davranışlara, ayrımcı uygulamalara maruz kalmaması için şehirler arası dolaşım haklarının sağlanması gereklidir.
Hangi nedenle göç etmiş olursa olsun göçmenlere de psikolojik destek sağlanmalıdır.

Eğitim alanında geçici sorun çözme yönteminden çıkılıp kalıcı eğitim alanları oluşturulmalıdır.
İç göçe katılımcı yöntemler geliştirilmeli. İç göçe teşvik için istihdam, eğitim, sağlık, barınma konuları sağlıklı bir yapıya getirilmelidir.
Bütün alt yapı sorunları bütünü gören bir bakış açısıyla ele alınmalı, acil sorunlara öncelik verilmelidir.
Üretimin devamı için bir an önce sulama kanallarının onarımı sağlanmalıdır.

Şehirlerin ekonomik güce kavuşabilmeleri için çalışma süreleri yaşa ve kapasiteye göre belirlenerek, halkın katılımıyla işgücü talebi bölgeden sağlanmalıdır.

Sebze ve meyvelerin dalda ve tarlada kalmaması, beslenmeyi sağlamadı ve gelir getirebilmesi için bakanlıklarca ürünlerin işlenebilmesini öngören (meyve suyu, reçel, şurup vs.) olanaklar sağlanmalıdır.